tunca-atolye-detay2

Aynı zamanda 2009’da faaliyete geçen Sanatorium Sivil Sanat İnisiyatifi’nin de kurucularındansın. Sanatorium’u kurduğunuzdan bu yana yeni açılanlar olsa da pek çok sanat mekânı/inisiyatifi kapandı. Sanat inisiyatiflerinin durumunu geçmişe kıyasla nasıl değerlendiriyorsun?
Şu an çeşitli destek fonları var. Bu fonların miktarı az da olsa bu inisiyatifler için sevindirici bir durum. Bu tür desteklerin önemli ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Pek çok sanatçı çeşitli inisiyatiflerden çıkıyor ve ilk tecrübelerini bu oluşumlarda yaşıyor. İnisiyatiflerin sayısı ise geçmişe kıyasla oldukça az. Belki de bu nedenle sanatçıların daha bireysel oldukları ve kendilerine döndükleri bir dönemi yaşıyoruz.

Sanatorium’u devretme süreciniz nasıl gelişti? Artık Sanatorium bir sanat galerisi olarak işliyor.
Sanatorium bir inisiyatif olarak misyonunu tamamlamış, başarmıştı. Bireysel olarak devam etme, inisiyatiften ayrılma kararları aldığımız bir döneme girmiştik. İnisiyatifte yer alan Feza Velicangil, Sanatorium’un bir galeriye evirilebileceği düşüncesini bizimle paylaştı. Biz de bu ismin tarihe gömülmesindense, başarılı bir galeri olarak yola devam etmesine olumlu baktık. Sanatorium şu anda gayet başarılı bir galeri olarak yoluna devam ediyor.

“Desire” projen için 2013 yılında profesyonel aşçılık eğitimi alarak gastronomi, tarih ve politika üzerinden ilişkilendirdiğin, performans, desen ve videolar içeren çok disiplinli bir çalışma gerçekleştirdin. Gastronomi üzerine sanatsal çalışmalar Türkiye’de yok denecek kadar az. Bu konu üzerine eğilmeye nasıl karar verdin?
Yemek yemeyi seviyorum, karar vermek çok zor olmadı. Her şey 20. yüzyıl liderlerinin ne yemeyi sevdiklerini merak ederek başladı. Merak, araştırmaya yönelince bu yemekleri tatma fikri, bu yemekleri yapma fikrini doğurdu. Sonrası ise tahmin ettiğiniz gibi… Son dönemde çalışmalarım için konu seçerken daha çok kendime dönük kararlar alıyorum. Tarihte merak ettiğim anlar, dönemler, mekânlar, görmek istediğim yerler, kendimde geliştirmek istediğim yönler ve öğrenmek istediklerim üzerinden üretmeye başladım. Bu proje de kendime dönük yaşadığım bir sürecin başlangıcıydı.

Yeni serginiz için Hera Büyüktaşçıyan ile İstanbul’un eski sınırlarında, şehrin surlarında, burçlarında, kapılarında gezintilere çıktınız. Bu gezintilere çıkmaya nasıl karar verdiniz? Nerelere gittiniz, nelerle karşılaştınız?
Hera ile pratiklerimizdeki mekân ve hafıza kavramları gibi ortaklıklar üzerine yoğunlaşarak sergi üzerine çalışmaya başladığımızda, her ikimizin de diğer işlerimizde materyal olarak tuğla veya benzer yapı taşlarını kullanmamız üzerine konuşup düşünmeye başladık. Rotunda’ların Hera’ya İstanbul surlarını hatırlatmasıyla yola koyulduk ve II. Theodosius döneminden kalan sur hattından başlayarak, Edirnekapı’dan Ayvansaray-Balat’a kadar yürüdük, çıkabildiğimiz noktalarda surların üzerine çıktık.
“Rotunda I, II, III” isimli desenlerinde karşılaşılan kapısı olmayan duvarları, bu geziler ve sergi mekânıyla nasıl ilişkilendirebiliriz?
Mimar Vassilis Kouremenos tarafından Bankalar Caddesi’nin girişine inşa edilen Minerva Han, Neoklasik bir yapı ve Rotunda’nın dairesel planına yakın olarak U planlı inşa edilmiş. Bu anlamda fiziksel olarak kendi içerisinde sürekli devinim halinde olan yapı, seyirciyi sanki derine iniyormuş gibi sergi odalarına yönlendiriyor. Fiziksel mekândan zihinsel mekâna geçiş, yaşamın sınırları üzerine söz söylüyor. Desenlerde gördüğümüz su depolarının bir kapısı, girişi ya da eşiği yok ve içerisi ulaşılabilir değil; izleyiciye duvarın öte tarafını merak ettiriyor. Surlar gibi bir yandan şehrin sınırlarını çizerek yaşananlarla yüzleştiriyor, diğer yandan dışarı-içeri ilişkisini belirleyerek düşündürüyorlar. Fakat artık kentin göbeğinde kalmış, küçücük bir alana işaret eden bu surlar; içeriyi, dışarıya karşı savunma fonksiyonunu kaybetmiş. Desenler ise birtakım çağrışımlar üzerinde oynuyorlar.

Merleau-Ponty’nin “akıl-beden-mekân” yolculuğundan yola çıkarak, kente farklı açılardan bakıyor, birey olarak kentle ilişkinizi yeniden sorguluyorsunuz. Kentle kurduğunuz bu ilişki size neler sundu? Radikal değişimlerin sonucu olarak kendinizi çaresiz hissettiğiniz ya da sürprizlerle karşılaştığınız zamanlar oldu mu?
Sürpriz, çaresizlik, kent ve birey aynı soruda geçince… II. Theodosius surlarının en son kapısı olan Eğri Kapı, sanırım karşılaştığımız en etkileyici yapılardandı. Kapının bir tarafından eski mahalleler gözlemlenebilirken, diğer tarafta ise kentsel dönüşümün makineleri, inşaatları ve arkadan geçen otoyol görünüyordu. Hera’nın yerleştirmelerinin oluşturduğu “geçiş alanı”nı, ilk burada yaşadığımız “zaman kayması” hissiyatıyla deneyimledik diyebilirim.

Kısa bir süre önce Galerist’le çalışmaya başladın. Bu süreç senin için nasıl gidiyor? İleriki günlerde seni nerelerde göreceğiz? Üzerinde çalışmakta olduğun başka projeler var mı?
Gayet iyi ve keyifli gidiyor. Her iki taraf için de heyecan verici olduğunu düşünüyorum. Ocak ayında Galerist’te yine Derya Yücel’in hazırladığı, Burcu Yağcıoğulları, Deniz Gül ve Hera Büyüktaşcıyan’ın katıldığı bir karma sergimiz var. Nisan’ın son haftasında ise Galerist’te kişisel sergim var; şu sıralar onun üzerinde de çalışıyorum.

1 2 3