1970’lerden beri performanslarıyla bedeninin ve beyninin limitlerini zorlayan Abramovic, Londra’daki Serpentine Gallery’deki “512 Saat” isimli sergisiyle izleyicileri de eserin bir parçası haline getirmeyi başarıyor. Bu özel ana tanıklık etmek için elinizi çabuk tutsanız iyi edersiniz.

 

Marina Abramovic, kendisini “performans sanatının babaannesi” olarak tanımlar (belli etmese de yaş kemale erdi tabii.) Bugün 67 yaşında olan sanatçı 1970’lerden beri aktif olarak performanslarıyla, bedeninin ve beyninin limitlerini zorlayarak insanlar üzerindeki araştırmalarını yapıyor, deneylerini sürdürüyor. Abramovic bazı açılardan bir bilim insanından hiç de farklı olmadığı için “deney” sözcüğünü kullanmakta sakınca görmüyorum…

Marina Abramovic ilk performansını 1973’de sergileyerek Rhythm adlı serisine başladı.1976’da Ulay isimli performans sanatçısıyla tanıştı. İkili o tarihten sonra uzun yıllar hem iş hem aşk partneri oldu. Hatta ilişkilerini bile kendilerine yakışır şekilde önemli bir performansa imza atarak, dokunaklı bir şekilde bitirdiler: Çin Seddi’nin farklı noktalarından başladıkları yürüyüşlerine 90 gün devam ettiler ve tam ortada buluşup birbirlerine son kez sarıldıktan sonra ayrıldılar. Çin Seddi’nin bir savunma hattı olması ve ayrılığa adım adım yürümeleri beni hayli düşündürmüştü. İkilinin beni en çok etkileyen performanslarından biri de “Breathing In / Breathing Out (1977)” adlı çalışmalarıydı. Performans sırasında oksijenleri bitene kadar birbirlerinin nefeslerini içlerine çektiler ve her iki sanatçının da bayılması ile 17 dakika içinde sonlandı. Bu performansla anlatmaya çalıştıkları düşünce ise insanların birbirlerinin hayatını absorbe etmesi, değiştirmesi ve yok etmesiydi.

ONUNLA 2012’DE TANIŞTIK
Marina Abramovic ile ilk sıkı fıkı olmamız 2012’deki 31. İstanbul Film Festivali’nde Artist is Present (Sanatçı Aramızda) adlı belgesel nitelikli filmi izlediğim zamana denk gelir. Bu belgeselde sanatçının, New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’nde (MoMA) gerçekleştirilen retrospektifine hazırlanma süreci yer alıyordu. Bu belgeselde MoMA’da bir sandalyede hareketsiz olarak 736 saat boyunca oturduğu ve karşısındaki izleyiciyle direkt göz kontağıyla ilişki kurduğu performansının (ki sanatçı ve izleyicisinin daha yakın olabileceği başka bir an düşünemiyorum, nitekim birçok izleyicisi gözyaşlarına boğuluyordu) da dâhil olduğu gösterisinin üç aylık dönemine ışık tutuluyordu. Sanatçının çocukluğundan tutun Ulay’la yaşadığı ilişkiye kadar hayatının neredeyse tüm önemli anlarının üstünden de geçilmişti ve bu da izleyicinin sanatçıyla ilgili ayrıntılı bilgiye sahip olmasını sağlamıştı. Filmin pek çok kişi gibi benim için de en dokunaklı sahnesi, performans sırasında bir başka izleyicinin gelmesini beklerken ve aradan epey bir zaman geçmişken Ulay’ı karşısında görmesi ve tutamadığı gözyaşlarıydı. O anın ve o gözyaşlarının gerçekliği karşısında içimin ürperdiği an benim için filmin en dokunaklı sahnesiydi. Marina farkında olmadan performans içinde başka bir performansa imza atmıştı.

GÜNCEL SERGİSİ VE ABRAMOVIC YÖNTEMİ
Yolunuz Londra’ya düşerse “512 Saat” isimli son sergisini Serpentine Gallery’de 25 Ağustos’a kadar görebilirsiniz. Günde sekiz saat ve 64 gün sürdüğü göz önüne alınırsa, serginin neden bu adı taşıdığı da anlaşılıyor. Her performans gününün sonunda sanatçı, Marina Abramovic Enstitü’nün (MAI) sayfasından o günü değerlendiriyor. Üstelik Marina ve asistanları bu performansı izleyicilere yaptırıyor ve onları da eserin birer parçası haline getiriyor. Rahatlamalarını sağlıyor ve farkındalıklarını artırıyor. Bu kısa süreç de Marina’nın metodunun bir benzeri; bir tür meditasyon ve zamanı yavaşlatma eylemi içinde yaptıkları şey kendi bedenlerini dinlendirme çabası. Hatta ünlü şarkıcı Lady Gaga marihuana bağımlılığını Abramovic yöntemiyle bıraktığını birçok röportajında belirtiyor. Sizce de Marina Abramovic ile hiç bir şey yapmadan öylece durmak veya yanınıza gelip bir şeyler fısıldamasına tanık olmak bile hayatta kaçırılmaması gereken bir fırsat değil mi?

PERFORMANS SANATI
Performans sanatının kökenleri öncelikle dadaist, sürrealist ve fütürist akımlarda aranmalıdır. Artık izleyici ile sanatçı arasındaki sınırlar aşılmış ve aralarındaki etkileşim objeler aracılığıyla değil, direkttir. 1950’lerde Allan Kaprow, 60’larda ise fluxus kolektifinde yer alan birçok ünlü performans sanatçısı, “happening”’ler gerçekleştirerek, bu etkileşimlerin gelişiminde büyük rol oynamışlardı. Performans sanatının tiyatrodan en büyük farkı öyküsel bir anlatımdan çok, izleyicinin hayat, politika, sosyal ve psikolojik ilişkileriyle ilgili varsayımları sorgulamalarını sağlamak ve düşündürmeyi amaçlamaktır. Her ne kadar performans sanatının alt başlığı olan vücut sanatıyla Abramovic özleştirilse de ben kendisinin “performans sanatçısı” olarak adlandırılmasından yanayım çünkü yalnızca fiziksel değil, zihinsel potansiyelini ve sınırlarını da zorlar ve bütün bunları da çalışmalarına konu eder.