Yılın büyük bir bölümünü Los Angeles’ta geçiren müzisyen rahman altın, bestelerini yaparken İstanbul’un derin tarihinden, güzelliğinin farkında olmasından, kibri ve şımarıklığından ilham alıyor.

2

Image 2 of 2

İstanbul’a geldiğinizde ilk olarak ne yaparsınız?

Havaalanından eve giderken en çok özlediğim arkadaşlarımı arayıp “Daha yeni indik, ilk seni arıyorum” derim. Hemen ilk gece Boğaz’da yemeğe gideriz.

ABD’deyken İstanbul’a dair en çok neyi özlüyorsunuz?

Ailemi, eşi dostu, karmaşayı… Kapıcının, site güvenlik görevlisinin, taksicinin “Nassın abim?” demesini.

Özellikle özlediğiniz tatlar ya da mekânlar var mı?

Var tabii… Restoranlardan Nusret, Adem Baba, Sade Kahve, Lider Pide. Mekânlardan Karaköy, Sultanahmet ve Beyoğlu’nun arka sokakları… ABD’liler ağız tadı konusunda çok noksanlar maalesef. Ne zeytinyağlılar, ne fırın, ne ekmek kültürü var, ne de kebaplar, et yemekleri… Dolayısıyla uçsuz bucaksız tüm Anadolu mutfağının her şeyini, her tadını özlüyorum.

Şarkılarınızı bestelerken İstanbul hangi yönüyle size ilham kaynağı oluyor?

Derin tarihiyle. Güzelliğinin farkında oluşu, kibri ve şımarıklığıyla… Öte yandan içinde yaşayanların hiç kendisinden haberdar olmayışının verdiği gizemle. Bu ilişkinin çelişkisi bana çok romantik geliyor.

İstanbul’un en sevdiğiniz ve en sevmediğiniz yönleri neler?

Çılgın, hiçbir metropolde olmayan enerjisini ve senin cesaretinle sınırlı olan macerasını çok seviyorum ama trafiğini ve yaşayanlarına kural tanımama ruhsatı vermesini sevmiyorum.

“Rahman Altın’ı İstanbul’da çizin” desek, kendinizi nerede, ne yaparken resmederdiniz?

Karaköy sahilde, Haliç kıyısında balık-ekmek yiyip, müzik dinlerken… Elimde not defterim de var, iki satır karalarım… Şiir veya bir desen...