Sanat sayımız için çalışmaları Paul Kasmin Gallery (New York), 8. ve 9. İstanbul Bienalleri, İstanbul Modern, Boijman Van Beuningen Müzesi (Rotterdam) gibi dünyanın önde gelen müzeleri ve sanat kurumlarında sergilenen dünyaca ünlü sanatçımız Taner Ceylan’la iş birliği yapacağımız belli olduğunda enerjimiz tamamen değişti ve bütün ay farklı bir ruh hali içinde geçti. Önce, hiper gerçek çalışmalarıyla parlayan sanatçıyla Nişantaşı’nda bir kafede buluştuk. Ceylan’ın önceliği genç yetenekler ve sanatın son zamanlarda bir yatırım aracı olarak görülmesinin yanlışlığıydı. Sayfalarımızda bu iki konuya genişçe yer verdik. Sıra Taner Ceylan’la gerçekleştireceğimiz fotoğraf çekimine geldiğinde yine genç bir yetenek olan moda fotoğrafçısı Cihan Öncü ile çalışmaya karar verdik. Sonrasında zaman hızlı geçti. Öncü’nün yaratıcılığıyla beraber çok keyifli bir çekim gerçekleşti. Ceylan’ın stüdyosundaki kedilerin pozitif enerjileri, camdan yansımalar, arka planda sanatçının son çalışması, müzik, sohbetler derken sıra röportaja geldi. Öyle bir röportajdı ki sanki başka bir boyuttaydık. Evrim dedik, önceki yaşamlar dedik, pes etmemek dedik, belki de hepsini, sanatçının son serisi “Altın Çağ’da” birleştirdik.

 

tanerceylangal5

Image 2 of 10

“Altın Çağ” serinizde isimlerini Yunan Mitolojisi’nden alan Cyparissus ve Persephone’dan sonra bizi nasıl karakterler bekliyor?
Ben önce resmediyorum, sonrasında resmin mitolojide bir yere oturduğunu görüyorum. Bunları resmederken kendi içimde çatışmalar ortaya çıkıyor. Kelebeğin kozadan çıkması gibi bir süreç. Pat diye istediğim şeyi resme dökemiyorum. İlerledikçe resimler konuya ve duruma daha uygun olacaklar. Bu işin de bir evrimi var.

Geçtiğimiz eylül ayında New York Paul Kasmin Gallery’de “Kayıp Resimler” seriniz görücüye çıktı. Tüm seriyi bir arada gördükten sonra neler hissettiniz, aldığınız geri dönüşler nasıldı?
Galeriye gittiğimde resimler duvara asılıyordu. Hiçbirini daha önce yan yana görmemiştim. Hepsi farklı sergilerde, fuarlarda ve koleksiyonlarda yer almıştı. Mekânın tam ortasında durdum. Orada bir araç olduğumu hissettim. Sen de o tablolardan bir tanesisin, sana bakan suratlardan birisin. Çok güzel geri dönüşler aldım, sergi turu yaptım. ABD’deki izleyicilerle resimleri uzun uzun konuştuk, tartıştık. New York gerçekten hiçbir yere benzemiyor. İnsanların algısı, sanata bakışları farklı…

New York’taki bu sanat ortamında sizin eserleriniz nasıl farklılaştı?
New York fetiş nesne üretmeye çok meyilli bir sanat ortamı çünkü insanlar çok koşturuyor, vakitleri yok ve her şey çok sığ. O sığlık içerisinde derin cümle kurmak, derdinizi anlatmak zorlaşıyor. Ancak çok ilgililer ve öğrenmek istiyorlar. “Kayıp Resimler” serisi o dönem orada açılan en iddialı resim sergilerinden biriydi. Galerilerde çok da anlam yükleyemediğiniz, modernizmin devamı olan fotoğraf ağırlıklı soyut çalışmalar vardı. Sergilerin geneli fetiş obje yaratmaya, insanlara hoş gelen nesneler üretmeye yönelikti. O noktada Jeff Koons’u (özellikle kamusal alanlardaki renkli, göze hitap eden heykelleriyle tanınan; MoMA, Guggenheim gibi dünyanın önde gelen müzelerin koleksiyonlarında eserleri bulunan, Pennsylvania doğumlu sanatçı) anlıyorsunuz. O şıkır şıkır, renkli nesneler hangi ortamda, neden çıkıyor anlıyorsunuz.

Türkiye’de de fetiş objelere eğilim var mı?
Türkiye’de son yıllarda yer alan sanat patlamasında sistem bize, “sanat bir yatırım aracıdır” diye bir kavram dayatıyor. Bu anlamda Türkiye’de de çok fetiş obje üretildi. Sanat eseri yerine alıcıyı rengiyle, şekliyle cezbedecek nesneler yaratılmaya başlandı. Bu durum sanat eserini içeriğinden, değerinden ve tarihinden koparıyor.