Sadece dinlemek için değil deneyimlemek için de Da Lata’ya kulak verin.
1994 yılında Chris Franck ve Patrick Forge tarafından kurulan Da Lata, geçtiğimiz Ekim son albümleri Fabiola’yı yayımladıktan sonra şimdi de yollarda.

Birlikte stüdyoya girmek ya da turnede olmak. Sizce grup olmanın en zevkli yanı ne?
Aslında söz konusu Da Lata olunca kaydetmek ve canlı olarak çalmak madalyonun iki yüzü gibi… Her ikisi de farklı açılardan zevk veriyor. Albümü kaydetmek Chris, ben ve Toni Econimides’i alakadar eden bir durum. Üstelik bu genelde çok uzun ve meşakkatli bir süreç oluyor. Bazı şeylerin şekillenmesini beklemek sabır gerektiriyor. Ancak kayıtlar bittiğinde ödülünüzü alıyorsunuz. Biten iş muazzam zevk veriyor. Tabii yol boyunca başka heyecan verici şeylerle de karşılaşmıyor değiliz. Canlı çalmak ise bambaşka bir hikâye… Seyahat etmemize, bir yerlerde beklemek zorunda kalmamıza rağmen performans sergilemek muazzam bir duygu…
Albüm kaydetme sürecinden bahseder misiniz biraz? Elbette bir beyin fırtınası yapılıyor, ilham aldığınız şeyler oluyordur!
“Fabiola”nın üretim aşamasında bütün şarkılar Chris’in demosu üzerine kuruldu. Ancak masaya oturup havada uçuşan birçok fikri bir araya getirirken ortaya çıkan işin de organik olmasına özen gösteriyoruz. Dolayısıyla birleştirici bir gücün olması lâzım… Kullandığımız “beat”ler programlanmış değildi. Sınırlı ve doğal bir ses paleti üzerinden ilerledik. “Fabiola”yı hazırlarken en büyük ilhamı bu verdi bize. Yani biraz köklere geri dönüş mantığı.
Peki, ikili olmanın en önemli avantajı nedir?
İşte bu açıdan herhangi bir gruptan çok daha şanslı olduğumuzu düşünüyoruz. Kişi sayısı azaldıkça çok daha kolay karar verebiliyorsunuz.
Londralısınız. Adınız Portekizce. Yarattığınız sound ise Güney’i hatırlatıyor. Tüm bunlar arasında köprüyü nasıl kuruyorsunuz?
Da Lata Londralı olabilir ama Londra dediğimiz şehir de gayet kozmopolit. Birçok farklı kültür tek bir potada birleşiyor. Da Lata’nın sound’unu oluştururken de kültürlerin kaynaşması bize inanılmaz ilham veriyor. Yani aslına bakacak olursanız bütün ipuçları kapıda. Biz sadece onu açıp içeriye davet ediyoruz.
25 Mayıs’ta Chill Out Festival’de çalacaksınız. Festival tamamıyla insanı gerçek hayattan koparıp dinleyicileri rahatlatmaya odaklı. “Chill Out”un sizin için anlamı ne peki?
Sanırım oldukça klişe olacak ama bu konsepti geriye yaslanıp dinlenmek olarak özetleyebiliriz. Ancak bana kalırsa anlamı çok daha büyük. Sadece bir kaçış değil aynı zamanda rahatlamak, doğal bir şekilde hareket etmek, açık olmak. Ancak böyle tam anlamıyla hakkını verebilirsiniz.
Müzikle 7/24 yaşamaya devam ediyoruz. Sizce müzik insan için ne kadar önemli?
Aslında müziğe sonsuz erişimin olduğu bir çağda yaşıyoruz. Her an, her yerde elimizin altında. Bu yüzden artık deneyimlediğimiz şey daha önemli bir hal almaya başlıyor. Neyi, nasıl dinlediğimiz daha ön planda bence. Bir yerlerde canlı bir şeyler dinlemek, özellikle de ortam harikaysa ânı daha özel kılıyor. Çünkü sadece o ânı yaşıyorsunuz. Günümüzde özlemini çektiğimiz bir şey değil mi bu?