1 Haziran Cumartesi gününden beri Gezi Parkı’na gidip direnişe destek veriyorum. Bir yandan da gördüklerimi, yaşadıklarımı anlamaya ve yorumlamaya çalışıyorum. Bu hareket ile ilgili çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Y kuşağının nasıl olup da böyle bir hareketi başlattığı, apolitik olan biz 70+ doğumlulara karşı 85+ doğumluların hayat görüşleri ve politika anlayışları arasındaki farklılıklar çeşitli ortamlarda dile getirildi. Fakat hala üzerinde yeterince durulmadığını düşündüğüm bir konu var: Korku.

2

Image 2 of 2

Bahsettiğim sadece “Aman başımıza bir şey gelir mi?” korkusu veya hükümetten, devletten, polis şiddetinden korku değil. İnsanlar artık birbirlerinden, birbirlerinin görüş ve düşüncelerinden de korkmaz olmuştu.

Bu nedenle muhafazakâr bir rejime tepki olarak başlamış gibi gözüken bir harekette başörtülü kızların da dâhil olduğu Anti Kapitalist Müslüman gençler Sıraselviler’de yürüdüklerinde onları gören herkes alkışlamış, “Helal olsun” diye bağırıp onlarla birlikte “Allah, Ekmek, Özgürlük” diye slogan atmıştı.

Bu nedenle belki de ilk defa erkek gücünden, egemenliğinden, baskısından korkmadan gösteri yapan feministler bu kadar ilgi görmüştü; erkek, kadın herkes tarafından desteklenmişti.

Bu nedenle Taksim’de herkes rahat rahat, özgürce kendi takımının formasını, atkısını giyiyor, başka takım taraftarlarıyla kol kola yürüyordu.

Bu nedenle belki de ilk defa Taksim’de yürürken, ezici kalabalığa rağmen kendimi rahat, huzurlu, hatta evimde hissediyordum. Korkmuyordum, korkmuyorduk. Ne bizi sürekli uyardıkları gibi ülkemizin bölüneceğinden, ne kadınlardan, ne erkeklerden, ne lezbiyen/gay/biseksüel/travestilerden, ne hayat kadınlarından, ne başörtüsünden, ne laiklikten, ne dinsizlikten, ne sosyalizmden, ne Atatürkçülük’ten, ne tutmadığımız takımların renklerinden, ne zenginlikten, ne fakirlikten...

Öncelikle yerleşik sosyal kültürel mirasımızın oluşturduğu, erk sahiplerinin medya üzerinden sürekli pompaladığı ve yenilerini yarattığı korkularımızdan arınmıştık. Korkularımızdan arındığımız için birbirimizi ötekileştirmiyor, sevgi, anlayış ve hoşgörü ile birlik olduğumuzda çözemeyeceğimiz bir sorunun bulunmadığını belki de ilk defa fark ediyorduk.