erdem-senocak-g

“Cezalandırıldığını düşünen sadece Hikmet değil”

Hikmet’le ilgili aklıma “Biz Hikmeti kurtarabilir miydik?” sorusu geldi takıldı. Yapabilir miydik?
Aslında Hikmet’in başına ne geliyorsa kendisi yüzünden geliyor. Albay’a “Neden bir tek ben cezalandırılıyorum?” diye sorduğunda Albay’ın dediği gibi: “Sen kendi kendini cezalandırıyorsun.” Gerçi Hikmet, Albay’ın sözlerindeki hakikati de görmüyor ya da görmek istemiyor ve buradan da kendisine bir mağduriyet çıkartarak: “Yani ‘Kimse Hikmet’i takmıyor’ demek istiyorsunuz?” diye yanıtlıyor Albay’ı. Hikmet’in yanında olabilseydik, bu hakikati daha yüksek sesle dile getirebilirdik belki. Hayatta tek cezalandırılanın kendisi olduğunu düşünenin sadece kendisi olmadığını; etrafındaki ona benzeyen bir sürü insanı fark ederse, onların dertlerini kendisininkilerin biraz önüne geçirirse kendi yükünün de hafifleyeceğini söyleyebilirdik. Tabii Hikmet’in de bizi duymayı, dinlemeyi istemesi gerekirdi.

Çalıştığınız metin, bilinç dışını hızla harekete geçiren bir metin dolayısıyla aslında sizin tesadüfen çıktı dediğiniz salıncak fikri, bu fikri bulan kişinin metinin içeriğiyle salıncağı bilinç dışında örtüştürmesinden kaynaklanıyor büyük ihtimalle. Birtakım talimatları yerine getirip sonra aklınıza gelen ilk rengi söylemeniz istenen oyunlar gibi. Bu nedenle seyircinin de salıncağa birçok anlam yüklemesi normal. Bugüne kadar festivallerde ya da farklı ortamlarda sahnedeki iki salıncak için söylenen en ilginç şey/şeyler nelerdi?
İnanın hatırlamıyorum. Belki de gelebilecek ilginç cevapların önünü istemeden kesiyoruz. Şöyle ki: Seyirciler, genelde salıncakların oyuna çok yakıştığını belirtip, heyecanla bu fikrin nasıl aklımıza geldiğini, bunu tasarlarken ne düşündüğümüzü soruyor. Biz de işin mutfak tarafındaki insanlar olarak, imgelerden ve çağrışımlardan ziyade, prova sırasında karşımıza çıkan engellerden, bunları aşmak için bulduğumuz pratik çözümlerden ve salıncakların da bu çözümlerden biri olduğundan bahsediyoruz. Sorunun cevabı değil belki ama bir keresinde seyircilerden birisi, bu soğukkanlı anlatımımıza biraz da bozulup “Ne yani tırmık da olur muydu salıncak yerine?” demişti. Biz de “Denemek, görmek lazım; belki de olurdu” diye yanıtlamıştık.

“Oyunla bir tevekkül hali geldi”

“Tehlikeli Oyunların ilk oyunuyla, bu sezon oynadığınız son oyun arasında bir kıyaslama yaparsanız bir oyuncu ve Erdem Şenocak olarak ne gibi bir değişim ve dönüşüm yaşadınız?
Romanı da oyunu da çok seviyorum. Metin öylesine derin ki her tekrarda yeni detaylar fark ediyorum. 9 sezon boyunca 250’den fazla gösterimi oldu “Tehlikeli Oyunlar”ın. Alışık olmadığım kadar fazla oynamak, beni farklı prova yapma biçimleri üzerine düşünmeye ve keşfetmeye itti ister istemez. Ayrıca bu süre boyunca farklı şehirlerde, farklı mimarilere sahip salonlarda, farklı zamanlarda, farklı seyircilere oynamak, prova ve performans hakkında düşünmesini sağlıyor insanın. Eskiden de çok gergin bir oyuncu değildim; performans anında yine de şimdi “Acaba dışarıdan nasıl görünüyorum?” diye daha az düşünüyorum sanırım. Bir tevekkül hali geldi yani kısacası. Şimdi düşündüm de en son söylediklerim tam anlamıyla doğru değil. En azından sadece kendimi görece rahat hissettiğim “Tehlikeli Oyunlar” performansı için geçerli diyelim. Bir süredir yeni bir şeyler çalışma isteği duymama rağmen harekete geçemememin bir sebebi, son beş-altı yılımızı güzelleştirdiği kadar mesaimizi de alan Tiyatro Medresesi’nin yanı sıra; belki de, az önce “Azaldı” dediğim performans kaygısının, insanların takdir ettiğini bildiğim “Tehlikeli Oyunlar” performansı sonrası başka bir kılıkta ortaya çıkmış olması.

Oğuz Atay, seyircilerin arasında olsaydı ve oyun sonrası ekiple konuşsaydı size ne derdi hiç düşündünüz mü?
Seveceğini sanıyoruz. Umarız “Beni bir tek siz anladınız…” diye başlar ama “…siz de yanlış anladınız” diye devam etmezdi.

Komiği fazla trajedi…
Komediyle trajedi arasındaki belirleyici unsur mesafe…Mesela birisi düşüyor, bu kişi uzaktaysa güleriz bakıp. Ama düşen bizsek öyle olmaz. Tragedyaların dördüncüsü komediymiş diye bir durum var ya. Aslında bir sürü trajedi karakterine biraz uzaktan baktığında biraz küçük bir hareketle onu komediye çevirebilirsiniz. Biz mesela saçma bir sebepten kavga edelim seninle kavga büyüsün birbirimize girelim. Karşıdan izleyen birisi için komik bir görüntü olur. Ama bizim açımızdan trajedi söz konusudur. Hikmet’in durumu evet, trajik bir durum ama hepimizin düşebileceği bir trajik durum. Romanla Oğuz Atay’ın yapmak istediği gibi biz de oyunla komedinin mesafesinden bu trajediyi gösteriyoruz. Çünkü intihara, kendini yok etmeye kadar giden bir durum var ortada. ‘Bu hırslar bize bunları yaptırıyor, hadi hep birlikte gülelim ve yapmamaya çalışalım’ gibi bir sağaltım oluyor oyunda.

1 2