Pera, dünya üzerindeki tarihiyle sizi cezbeden en özel yerlerden biri. Geçmişin günümüzle harmanlandığı bu bölgeyi “detaylarıyla” yeniden keşfetmeye var mısınız?

Geçtiğimiz günlerde hiç aklıma gelmeyecek bir deneyim ya şadım ve İstiklal Caddesi üzerindeki tek otel olan Richmond İstanbul’da konakladıktan sonra otelin bulunduğu Pera bölgesini uzman rehber İrfan Bıyık eşliğinde tıpkı bir turist gibi gezdim. O akşam anladım ki Beyoğlu, yukarılara bakarak yürüdüğünüzde daha da güzel.

beyoğlu3

Şimdilerde İstiklal Caddesi’nin Şişhane’ye yakın bölümü için kullandığımız Pera ismi, orta çağlarda Beyoğlu’nun tamamı için kullanılıyordu ve bölge, özellikle 19. yüzyılda dünyanın dört bir yanından başarılı insanları kendine çeken bir yaşam ve eğlence yeriydi. Pera Bölgesi o kadar güzel binalarla dolu ki… Sürekli önünden geçtiğimiz ama zamana yenik düşmüş cephelerine bir kez bile başımızı kaldırıp bakmadığımız bu yapıların Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan öğeler olduğunu söylemek mümkün. 18’inci ve 19’uncu yüzyıllarda genelde yabancıların yaşadığı bölgenin en ilgi çeken binalarından biri, şimdi dış cephesi harap olmuş ve girişin yasak olduğu Botter Apartmanı. II. Abdülhamit’in terzisi de olan Hollandalı Jean Botter’in yaptırdığı bina, Pera’yı Art Nouveau üslubuyla tanıştıran yapılardan. Bina Avrupai tarzına rağmen özellikle kapı süslemelerinde Uzak Doğu’nun çiçek motiflerini de bünyesinde barındırıyor. Botter’in güzellikleri bize şimdilik kapalı ama İsveç Konsolosluğu sırasında yer alan Hıdivyal Palas, nispeten daha iyi durumda. 19’uncu yüzyılın ilk yarısında, henüz Pera Palas bile ortada yokken yapılan bu bina, o dönemlerde cadde üzerindeki ilk Avrupai otel olarak hizmet veriyormuş. Modern zamanlarda üzerine iki çirkin kat çıkılan bu güzel yapı, 29 odalı bir butik otelken o kadar başarılı olmuş ve ünlenmiş ki, şimdi altında bulunan tarihi Lebon Pastanesi, orijinal yerini bırakarak prestij için Hıdivyal Palas’ın altına taşınmış. 1886’dan bu yana da aynı yerde hizmet veriyor.

Lebon değerinde bir diğer pastane ise, şimdiki haliyle içimizi acıtan Markiz Pastanesi, yeni adıyla Yemek Kulübü. 1940’ta Passage Oriental’ın (Şark Pasajı) altında açıldığında bölgenin en zarif mekânı olan pastane, uzun yıllar Türk edebiyat dünyasının ünlü isimlerinin buluşma noktası olmuş. Sahibinin ölümünün ardından 70’lerde bir otomobil tamircisine dönüşen dükkân, Haldun Taner’in öncülüğünde yeniden hayata döndürülmüş. Bir süre farklı girişimciler tarafından hayatta kalmayı başaran Markiz, pasajın bir türlü ticari açıdan değerlendirilememesi sonucu şimdi Yemek Kulübü adıyla bir restoran olarak işletiliyor. Rehberimizin de dediği gibi “Eskiden vitrinde bir çiçek bile değişse tepki toplayan Markiz’in camında ucuz yemek menüleri sergilenmesine inanmak mümkün değil.” Yine de Yemek Kulübü personeli, içeri girip bu efsanevi yeri incelemek isterseniz size güler yüzle izin veriyor. Mekânın içinde duvarları kaplayan ilkbahar ve sonbahar fayanslarını görmeniz gerekiyor. Yaz ve kış nerede derseniz, aslen dört mevsim olması planlanan fayansların ikisinin çeşitli sebeplerle ülkeye giriş bile yapamadığı söyleniyor.

Markiz’den aşağı Tünel’e doğru ilerlediğinizde ise sağ tarafınızda kısa bir süre önce cephesi reklam panosuyla kapalı olan Narmanlı Han çıkıyor karşınıza. Yapı zamana o kadar yenik düşmüş ki, önüne geldiğinizi ancak grafiti kaplı duvarların kenarlarına kıvrılan kediler ilginizi çekerse anlayabiliyorsunuz. Birbiriyle anlaşamayan 11 varisi olduğu için boş duran Narmanlı Han, eskiden Rus Konsolosluğu’ymuş. 1845’te yapılan ve geçmişte otel ve hapishane olarak da kullanılan binada, zamanında Rus ajanları cirit atıyormuş. Orijinal avlusunda içinde rengârenk balıkların yüzdüğü fıskiyeli havuzu ise han, kervansaray olarak kullanılırken gelen at ve develerin rahat hareket etmesi için yıkılmış. Hanın akıbeti şimdilik meçhul. Sadece Beyoğlu Belediyesi’nin varislerle bir şekilde anlaşmaya varıp en azından cephesini yenilemek istediği biliniyor.

TÜNEL’DEN AŞAĞIYA DOĞRU

Narmanlı Han’a vardıysanız, artık Pera’yı Karaköy’e bağlayan ve dünyanın ilk yer altı metrolarından olan Tünel’i de görmeniz gerekiyor. 1867’de turist olarak İstanbul’a gelen mühendis Eugène-Henri Gavand, Karaköy Limanı’nı bölgeye bağlayacak bir metro hattı için Fransız hükümetine bir öneri götürmüş. Ret cevabı alan Gavand, çareyi İngilizlere başvurmakta bulmuş ve dönemin padişahı Sultan Abdülaziz’in de desteğiyle 1875’te projesini halkın kullanımına sunmayı başarmış. Girişin karşı köşesindeki binanın üst katına bakarsanız, çatısında eskiden Tünel’in çalışması için buhar ihtiyacını karşılayan tarihi bacayı görebilirsiniz. Ayrıca Tünel yapılırken kazılan alandan çıkan toprakların döküldüğü bölgenin şimdiki Tepebaşı’nı oluşturduğunu da belirtelim.

tünel

Tünel’den Karaköy’e doğru, eski Yüksek Kaldırım sokağından ilerlediğinizde sol tarafınızda İstanbul’un en hip sokaklarından biri uzanır; Serdar-ı Ekrem. Bu sokağın ortalarında ise dünyanın en güzel manzaralı binası olduğuna şüphe götürmeyen, sapsarı Doğan Apartmanı yer alır. Sokağın hemen girişinde karşılıklı iki dükkân sizi karşılar; An Be An tasarım butiği ve dünyaca ünlü Lomography fotoğraf makinelerinin satıldığı ve bu makinelerle çekilmiş fotoğrafların sergilendiği Lomography mağazası. Tasarım kıyafet butiği Section Mode Unique, ilerleyen sayfalarda hakkında daha fazla bilgi bulabileceğiniz Pop Culture Toys ve freelance çalışanlar için sıra dışı bir ofis ortamı sunan Urban Station da burada yer alıyor. Ayrıca Arzu Kaprol’ün butiği, tasarım ve hediyelik eşyalara ev sahipliği yapan Turkish Berry Much ve hemen altında New Yorklu tasarım markalarını barındıran Fifthavegalata ve Les Benjamins uğranması gereken yerlerden. Dünya tasarım markalarını bünyesinde barındıran 290 Som ve Bilge-Derya Çiçekçiler kardeşlerin yerli-yabancı takı-aksesuvar tasarımcılarının ürünlerini sattığı Aphorm da sokakta bahsetmemiz gereken yerlerden. Aynı şekilde sağlıklı yemekleriyle dikkat çeken Münhasır Galata’yı da unutmayalım.

doğan apartmanı

Doğan Apartmanı’nın varlığı ve ünlü isimlerin burada oturmaları, sokağın bu derece gelişmesi ve bir tasarım alanına dönüşmesinde büyük önem taşıyor elbette. Zaten burası eskiden beri Beyoğlu’nun yüzünü etkileyen bir yer olmuş. Eski Prusya Krallığı’nın başkonsolosluğu olarak kullanılan bina, büyük bir yangında yıkılmış ve 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında yeniden inşa edilmiş. Alman Konsolosluğu Gümüşsuyu’na taşınana kadar da burada kalmışlar. U şeklinde yapılan bina Boğaz’ın Asya tarafı, Sultanahmet ve Topkapı’yı mükemmel açılardan görüyor. İçeriye elinizi kolunuzu sallayarak girmek mümkün değil ne yazık ki ama Google’da kısa bir araştırma yaparsanız, içerideki muhteşem ve yemyeşil bitkilerle donatılmış avluyu ve manzarasını görebilirsiniz. Tarih boyunca müstesna isimlerin yaşadığı bina, günümüzde de Okan Bayülgen, Sezen Aksu ve Tarkan gibi isimlere ev sahipliği yapıyor.

YAZI: ZEYNEP MERVE KAYA

FOTOĞRAFLAR: ERHAN TARLIĞ