Derdest edilerek bir gece taksi bagajında bilinmeze götürülen ve hikâyesi failin birbirini tutmayan ifadeleri yüzünden halen eksik olan yaşlı köpek Çıtır, ülke vicdanını ortadan ikiye böldü. Failin akademisyen olması, bir yandan beklentilerin de etkisiyle tepkinin umulandan daha büyük olmasına, diğer yandan aydın kabul edilen gruplar için imtiyaz talebiyle gelinmesine yol açtı.

Çıtır, 17 yıldır Beylerbeyi’nde aynı mahallede bakılan, belediyeye kayıtlı, küpeli, mahalleli tarafından ortak bakılan, bir mahalle sakini üzerine karnesi bulunan, kulübesi de olsa sokakta yaşayan bir köpek için rekor yaşa ulaşmayı başarmış, günleri muhtemelen sayılı, fakat kaçırılmasından önceki beş – altı güne kadar hareketli, arada her zamanki birkaç apartmanından birine girip kestiren, kestane gözlü bir köpekti. Daha önce de kendisini atmaya teşebbüs ettiği söylenen ve Çıtır’ın gediklisi olduğu apartmanlardan birinde oturan Özlem Kumrular tarafından bir gece yarısı ve araba bagajında bilinmeze gitti. Olay sosyal medyada duyulunca, köpeği geri getirmesi için kamuoyu oluşturuldu ve kendisine olayın doğruluğu ve mütemadiyen Çıtır’ın nerede olduğu soruldu. Özlem Kumrular yazılı olarak olayı doğruladı, hukuken ve vicdanen bir sıkıntı görmediğini ve köpeğin ‘emin ellerde’ olduğunu söyledi. Çıtır günlerce sokaklarda, barınaklarda, kliniklerde arandı. İnsanlar Çıtır’ı bulamamanın çaresizliğini yaşarken sarf ettiği çelişkili ifadeleri ve Türkiye’nin toplum gerçeklerine, belediye uygulamalarına, diğer komşu ifadelerine uymayan ve hiç ispatlama ihtiyacı hissetmediği Çıtır hakkındaki iddiaları, yine tarih ve yer bakımından Kumrular’ın ifadeleriyle uyumsuz bir ölüm belgesinin ortaya çıkmasıyla tepkiyi infiale dönüştürdü.

Büyük hayal kırıklığının başlıca nedenlerinden biri akademisyen kimliği taşıyan birinin bu kadar pervasızca yaşam hakkı ihlali yapması, yapma haklılığını savunması ve dürüstlükten uzak kalması olmuştu. Merak ettik, akademisyen özelinde aydınlardan örnek olmalarını beklerken çok şey mi istiyoruz?

Tüm canlıların yaşam hakkı konusunda toplumsal bilinçlenmeye katkı sağlayan internet platformu bir.one’ın kurucularından Namık Kemal Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cansu Özge Özmen yazdı:

Çalıştığım üniversitenin kampüsündeki yemekhanenin önünde sıra beklerken önümdeki kadın çığlık atarak binanın içine kaçıyor. Etrafıma bakıyorum. Bizim Kuyruksuz çimlerde yatıyor. Fobilerin oluşumunda da bir seçicilik var diye düşünüyorum. Bir kere ısırılan ömür boyu köpekten korkuyor, bir kere kazık yiyen insanlarla ilişki kurmaya devam ediyor. Yaşamak için elzem ihtiyaç olan sosyalleşme hayvanları kapsamadığı için belki de; en nihayetinde kişinin irrasyonel korkusu başkasının yaşamını gasp etmeye teşebbüse sebep olmuyorsa, sadece kişinin kendisini bağlar elbette. Kadının yanındaki erkek söyleniyor: ‘Kampüste köpeğin ne işi var?’ ‘Pardon’ diyorum, ‘Nerede olmasını tercih ederdiniz?’ ‘Hayvanat bahçesinde’ diye yanıt veriyor. Ziraat Fakültesi’nde doçentmiş.

İnsan olmayan hayvanların işlevsellik gösteremedikleri alanlardaki mevcudiyetinin sorgulanışı bir cüret gerektiriyor. Bu, insanın farklı türlerin kaderlerini belirlerken sıkça başvurduğu bir cüret. Yaşam hakkı, alanı tanımayan bir cüret. Bizatihi varoluş, hayvanın mevcudiyeti için meşru bir neden değil. “Ne işe yarıyor?” sorusuna ikna edici bir cevap verilebilmesi, aksi takdirde de hayvana pragmatik bir kullanım alanı yaratılması gerekiyor.

Bu olayı takip eden yaz ayında herkes tatildeyken kampüs köpekleri zehirleniyor. Çırpınarak öldüklerini birkaç personelden duyuyorum. Kuyruksuz’u da bir daha görmüyoruz. Kanıtsız, şahitsiz, cesetsiz olay unutulup gidiyor. Canlıların yaşam hakkını işlevsellik perspektifine sıkıştıran cüret, onları öldüren cüretin ta kendisidir fakat katillerin en azından bu olayda aynı olduğuna dair bir kanıt yok.

Özlem Kumrular, 17 yaşındaki sahipli ve küpeli Çıtır’ı ondan rahatsız olduğu gerekçesiyle, idari süreci beklemeden (yazılı iddiası, şikâyetleri sonucunda zabıtanın apartmana geldiği fakat sürekli apartman içinde yaşadığını söylediği Çıtır’ı bulamadan gittiği yönünde) alıp önce başka bir mahalleye bıraktığını, daha sonra da “resmi bir makam”a teslim ettiğini, yani 5199 nolu Hayvanları Koruma Kanunu’na karşı geldiğini kendi açıklamasıyla itiraf etmeseydi, bu cüret de en azından olaya birinci elden şahit olmayanlar için kanıtsız kalacaktı. İfşa öncesinde de tüm ısrarlara rağmen çelişkili bilgilerle gönüllüleri yanlış yönlendirmiş ve Çıtır’ın yerini söylememişti.

Eğer kaçırılan ve tüm ısrarlara rağmen nerede olduğu açıklanmayan bir insan çocuğu olsaydı, çocuğu kaçırdığını itiraf eden kişinin ifşa edilmesi, hukuki sürece paralel olarak, kaçıranın üzerinde çocuğun yerini söylemesi için kamuoyu baskısı oluşturulmaya çalışılması çocuk kaçıran akademisyenin entelektüel çevresinin duyarlılık radarına girmezdi. Fakat özne bir köpek olduğunda, kaçıran da bir akademisyen olduğunda, türcülüğün çeşitli tezahürleri bu ifşaya doğan tepkilerde de vuku buldu. Kumrular’ın akademisyen kimliği hem eleştirilerin hem de savunmaların merkezindeydi.

Her iki yaklaşımda da aynı temel sorun yatıyor. Akademisyenliğe içkin yüksek bir insanî değerin varlığına dair yanılgı. Ve akademik başarının insanî değerlerle eşitlenmesi. Hâlbuki her meslek grubunda ne kadar sahtekârlık, ikiyüzlülük, acımasızlık, cehalet varsa akademide de o kadar var. Konu, kişinin uzmanlık alanı, örneğin Kırım Savaşı esnasında Osmanlı’da hububat ihracatı değilse, o kişi bizatihi akademisyen kimliğiyle hayatın her alanında, bunu kazanmadığı sürece saygı, ayrıcalık ve hoşgörü hak etmiyor. Doktora yeterlilikle beraber etik değerler ve vicdani duygular paketi sunulmuyor.

İnsanlar, akademisyenlerin, topluma ve gençlere örnek teşkil etmeleri gerektiği önermesinin pratikte bir karşılığı olduğunu varsayıyorlar. Yok. Olmalı ya da olmamalı konusu tartışmaya açık. En nihayetinde nispeten dar bir uzmanlık alanı olan ve yetişkin öğrencilere, zorunlu eğitim dışında ders veren insanlar akademisyenler. Etik duruş taşıma sorumluluğunu benimseme yükümlülükleri de yok. Fakat her vatandaş gibi kanunlara uyma zorunlulukları var elbette.

Akademisyenler ya da farklı statü sahiplerine verilen bu ayrıcalık, çoğu zaman da örneğin tacize uğrayan öğrencinin şikâyetini dile getirememesine, bazen suçun fiziki delili mevcutken bile hukukî yola başvuramamasına neden oluyor.

Başka bir hata da, Çıtır’ın yaşam hakkını savunanları hayvanseverler olarak adlandırmak oldu. Herhangi bir bireyin (hayvanlar da bireydir) yaşam hakkını savunmanın sevgi önkoşulu yoktur. Çünkü sevgi bireylere yönelen, çoğu zaman çeşitli koşullara bağlı, sonlanması muhtemel ve öznel bir duygu. Yaşam hakkında aynı seçicilik yoktur, yaşam hakkı herkesi kapsar. Özlem Kumrular’ı da, Çıtır’ı da. Birbirimizi sevmek zorunda değiliz. Fakat birbirimizin ölümüne sebebiyet vermeme ve kanunlara uyma zorunluluğumuz baki.