Uluslararası prömiyerini Şubat ayında 66. Berlin Film Festivali Forum Bölümü’nde gerçekleştiren Ahu Öztürk’ün ilk uzun metrajlı filmi Toz Bezi 15 Nisan’da Türkiye’de vizyona girdi. Yönetmene merak ettiklerimizi sorduk.

  • İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde ‘En İyi Film’, ‘En İyi Senaryo’ ve En İyi Kadın Oyuncu’ dallarında Altın Lale ödüllerini kazandınız. Bu ödül size hem inandığınız işin ödüllendirilmesi, hem izleyiciye vermek istediğiniz mesaj anlamında neler hissettiriyor?

Filmler, üreteninin dünyayla kurduğu bağdan ve bakıştan doğarlar, bu yüzden özneldirler. Aynı öznellik seyirciyle buluşur, duygusu geçer ya da geçmez. Dolayısıyla jüri de aynı öznellikle filmle bağ kurar. Bu mesele, sanata içkindir zaten. Dolayısıyla Toz Bezi’nin ödül almadığı festivaller de oldu ödül aldıkları da. Ödül almayınca üzüldüm tabii ki alınca da sevindim ama tek bir şeye dikkat etmeye çalıştım bu festival sürecinde. Ne ödül almadığında bu filmin çok kötü olduğunu gösteriyor, ne de aldığında harika olduğunu. Film hele ki ilk uzun filmin ise, günahıyla sevabıyla, olduğu kadar artık dediğin işin oluyor. Festival yolculuğu kısa ama filmin asıl yolculuğu ise çok uzun sürüyor. Bu yüzden aslolanın salonda seyirciyle kurduğu bağ olduğu kesin. Ben nasıl beni etkileyen bir filmden bazen günlerce sıyrılamayıp o karakterlerle yaşıyorsam seyircinin de benim karakterlerimi kendi dolaşımına soktuğunu anladığım geri dönütler alıyorum. Sanki ortak bir yaşanmışlığın içindeymişiz gibi bir yakınlık ve tanışıklık doğuyor. Bu beni çok gönendiriyor.

  • Filminizin fikir sürecinden biraz bahseder misiniz?

Başka bir senaryo üzerinde çalışırken, bir akraba geldi ziyaretimize. Büyük oğlum 1,5 yaşındaydı o zaman. Çocuğa baktı, sarışın yeşil gözlü olduğunu görünce, “ Tabi biz Çerkesiz ya” dedi. Akılsal bir öneri ile ona karşı çıkamadık. Tam gerçeküstü bir kahraman, öyle duruyordu karşımda. Elimdeki senaryoyu bıraktım, çünkü bu konu beni çok meşgul etti. Nasıl Kürtlüğü bırakıp Çerkezliğe yerleşmiş diye düşündüm. Bunun üzerine mesai yaparken buldum kendimi ve yazmaya başladım.

Toz Bezi-Nazan Kesal

  • Filminizi teyzenize adamanızın nedeni nedir?

Teyzem evişçisi ve karakterleri ev işçisi yapmam onunla olan bağımın özel oluşundan ve onun ev işçiliğini hangi şartlar altında yaptığını bilişimden, kendisini işçi olarak görmeyişinden ve bunun bendeki izdüşümlerinden sebep ona ithaf ettim.

  • Aslında ilk düşünce olarak filmde iki gündelikçi kadının hikayesini izliyoruz ve filmin adı bu yüzden ‘Toz Bezi’ymiş gibi düşünüyoruz. Ancak filmi izledikçe, o toz bezinin altından çıkan inanılmaz hikeyelere tanık oluyoruz. Bu anlamda filmin adının neden Toz Bezi olduğunu bir kez de sizin pencerenizden dinlemek isteriz.

Toz bezinin henüz hikayesini yazarken, ev işçileri cam sildiği pencereden düşerek ölen Fatma Aldal’ın düştüğü evin önünde eylem yapmışlardı. Pankartlarında “ Toz bezi değiliz, insanız” diye yazıyordu. Bütün o iş cinayetlerinin arkasında başka bir şey vardı o da şu; ev işi iş sayılmıyor dolayısıyla bu işi yapan da işçi olarak görülmüyor. Evlerin temizlik mesaisinde bırak işçiyi, insan olarak görülmeyen bir sistem var. Temizlik nesnesine sayıyor ordaki çalışanı. O slogan beni hep çok etkiler tabii ki toz bezi değil ev işçisi. Burdaki nesneleştirmeye ev işçilerinin özne olduğu bir filmle dikkat çekebilirdim. Bu yüzden filmin adı “toz bezi” oldu.

  • Senaryoyu 2-3 senede yazdığınızı okudum bir yerde. Dengeler, sorunlar, çözümler ve sizin fikirleriniz de neler değişti bu süreçte?

Filmin birçok katmanı var. Tüm bu katmanlar hem kendi deneyimlerime hem de gözlemlerime dayanıyor. Kürtlük, ev işçiliği vb. Başat olan ev işçiliği aslında. Kadınlık, annelik de var. Bütün bu katmanların hepsi çok ağır ve çağrışımları çok bol alanlar. Bu alanlar içinde kaybolmadan, mağduriyeti ajitasyona dönüştürmeden, kahramanlarının bir dili olduğunu göstermeden, altını çizmeden anlatabilmenin kendisi uzun sürdü. İlk başlarda orta sınıfla daha keskin sınırların ve ayrımların olduğu daha kışkırtıcı hikâyeler vardı. Ordan devam etseydim ben böyle değilim nasılsa diyecek bir kaçış imkânı ve savunma alanı sunmuş olurdum onlara. Mesela ev emekçisi kadınlara plastik tabak bardak kullandırmayan işverenden, tuvalet kullanımına izin vermeyenine kadar geniş bir işveren yelpazesi var aslında. Ev işçileri bunları anlatırken bile çok üzülür ve zorlanırlar. Seçim yapmam gerekti, bir filmde her şeyi anlatmak mümkün değil tabii ki, ama öyle anlatmalıydım ki izleyenin bu gerçekten kaçışına izin vermemeliydim. Sonra bunu daha iyi nasıl anlatabilirim arayışına girdim. Böyle bir dil yakalama çabasının kendisi beni çok yordu. Ağızdan kaçan, çok da görünmeyen, ilk elden dokunmayan satır arası sömürü hallerini vermek istedim.

Screen Shot 2016-04-04 at 19.27.41

  • Nesrin’in çaresizliği ve hiç bırakmadığı gururu, ev sahiplerinin umarsızlığı, Hatun’un gizli bencilliği ve hırsındaki iyiliği, Asmin’in sessizliği… Hayattaki kadınlar ve öğrenilen duygular…

Tüm filmlerdeki karakterler aidiyetlerinin de dışında aynı zamanda kişilik dinamiklerine ve ilişki döngülerine sahipler. Bu dinamikler ve ilişki döngüleriyle birlikte hikâyeyi yazmaya çalıştım. Nesrin çaresizken başka çaresizlerden daha farklı davranmasının sebebi karakteri, ya da Hatun’un sınıf atlama hayalini hem koşulları hem de kendi ruhu kurduruyor. Yani aslında bir karakter biraz da lahana gibi soydukça başka bir boyutu ve katmanı ile hikâyede var oluyor. Ve her karakterin hikâyedeki koşullarıyla ruhu arasındaki diyalektik bağı kaçırmamaya çalıştım. Senaryodaki diğer büyük mesaim de buydu mesela. Bu yüzden filmdeki kadınlar aynı sınıftan olsalar bile farklı farklılar, tam da hayattaki gibi…