Eserlerinde distopik sahneler kurgulayan Tayfun Gülnar’ın x-ist’te gerçekleşen ikinci kişisel sergisi “Bir Anlık Sessizlik”, 7 Aralık’a kadar sanatseverlerle buluşuyor. Gülnar ile yeni sergisini, üretim sürecini, esin kaynaklarını, sanatı ve İstanbul’un ruhunun eserlerine nasıl yansıdığını konuştuk.


Deri Değiştirme, Tuval üzerine yağlıboya ve akrilik, 70 x 150 cm, 2019

“Chromophobia”da insanlığını terk etmiş bir toplumu resmetmiştiniz. “Bir Anlık Sessizlik” sergisinde bizi neler bekliyor?

Chromophobia’da insanlığını terk etmiş bir toplum tahayyülü dersem apayrı bir noktaya değinmiş olurum. Böyle bir başlık çıktı. Benim söylemim bu değildi, şiddetin resmini yapmıştım. ‘Bir Anlık Sessizlik’ te insan temelli tüketim alışkanlıklarının sonucunda, insan unsurundan arınmış bir dünyayla karşılaşıyorsunuz. Yerkürenin kullanabildiğimiz kaynakları tükenmiş, oksijensiz, cansız ve sessiz bir dünyayı izliyoruz. Bedene dair tüm ipuçları uzak gelecekten izleyenin gözünde bugünü gösterircesine ”Deri Değiştirme” ve ‘Dünyanın Çatışmalı Tarafı”nda kendisini gösteriyor.

Üretim sürecinizin sergiyi isimlendirmeniz üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

İnsan benim için çığlıktır. Tüm canlılarla ilgili sesli bir ansiklopedi yapsaydım, insana gelince büyük bir çığlık atardım. Pasif ve basit olmayı başaramadık. En uzak noktalara, en yükseklere, en derinlere giderken çok hareketli ve en baskın tür olduk. İnsanın ortadan kalkması bu sessizliği oluşturdu benim için. Bir anlık sessizlik aslında insanın olmayışıdır.


Büyük Şahsiyetlerin Küçük Amaçları

Eserlerinizi yaratma sürecindeki esin kaynaklarınızdan bahsedebilir misiniz?

Eserler birbirlerini doğuran bütünlüklü bir ailenin parçası oluyor benim için. bir resimdeki form evrilerek yeni resmimin baş kahramanına dönüşebiliyor. Tıpkı insanlığın hikayesi gibi resim yapmak. Ya da ben böyle bir üretim sürecini tercih ediyorum. Antik mimariye çok baktım. Yalın küp formundan karmaşık türlü yapılar inşa ettik. Yaşadığımız dönem, türümüzün tarihindeki en baskın dönemi, kendimizi düzenlediğimiz gibi diğer tüm canlılar üzerinde düzenleyici etkimiz var. İnsanın kalıcılık sorununu mimari açıdan ele almaya gayret ettiğim bir dönemin içindeyim. Bu sebeple antik ve bugün arasında gidip gelen ortamlar tasarladım. Ve ortaya bugünün antikleştiği bir bütünlük çıktı.


Devam Eden Oluşum

Resim alanında tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?

Üzerime yapışmasını istemem üslubun. Çünkü artık yenilenemiyorum demektir bu benim için. Kendimi ve vizyonumu yenilememin değişimden geçtiğini düşünenlerdenim.


Dünyanın Aydınlık Tarafı

Eleştiri aracı olarak sanat sizin için ne anlama geliyor?

Sanat eleştirmek yerine kendi varlığıyla büyük aydınlanmalara sebep olabilir. Böyle bir amacı hiç olmasa da olur. Kendi yolunda ilerleyen sistemi ya da düzeni eleştirmesi mi güçlü kılacak eseri? Sanmıyorum. Bana kalırsa bizler günlükçüyüz. Yazarak, resmederek, düşünerek zamanı kaydediyoruz. Kendi zamanımızın bizdeki tasavvurunun kaydını tutuyoruz.

İstanbul’un ruhu eserlerinize nasıl yansıyor?

Bugün İstanbul’un hemen hemen her uzak noktası hastalanmış bir iç organa, kabuklanmış bir yaraya benziyor benim için. Ne zaman bir noktasından oturup ufka baksam gözümün önüne devasa beton yığını çarpıyor. “Megalopolis” ve “Mükemmel Şehrin Kalıntıları” nı üretirken, bu işler beni bir kez daha yapım aşamasında İstanbul’a bakmaya davet etti. Ama İstanbul sadece ufkuyla değil, Tarihi eserlerinin kuytu köşelerindeki zengin geometrik anlayışıyla de aklımı karıştıran bir şehir.