Yıldız oyunculardan oluşan seslendirme kadrosuyla 2016’nın merakla beklenen filmlerinden “Kötü Kedi Şerafettin”, siz bu satırları okurken vizyona girmiş olacak. Filme Cemil karakterine hayat veren Yekta Kopan, belki de ilk defa bir proje hakkında bu kadar iddialı konuşuyor. “Ortaya dünya animasyon pazarının Türkiye’ye bakmasını sağlayacak bir iş çıktı.”

Türkiye’de dublaj sanatı denince akla ilk gelen isimlerden biri Yekta Kopan. Sadece bir dublaj sanatçısı değil, aynı zamanda ödüllü bir yazar. İçinde bulunduğu her projeye değer katan insanlardan… Bu düşünceden yola çıkarak “Kötü Kedi Şerafettin” filmi için konuğu olduk ve aklımıza takılanları kendisine sorduk. Filmi yaparken çok eğlendiklerini belirten Kopan, animasyon alanında dünyanın gözünü Türkiye’ye çevirecek bir iş çıkardıkları düşüncesinde… “Şero’nun açtığı kapıdan girmezseniz sinirlenir, benden söylemesi” diyen Kopan, filmin hem gençleri hem de Kötü Kedi Şerafettin’in takipçilerini buluşturacağına inanıyor.

yekta kopan

Türkiye’nin kült çizgi roman karakterlerinden biri olan Kötü Kedi Şerafettin’de muhabbet tellalı Cemil’e hayat veriyorsunuz. Filmin kadrosunda Uğur Yücel’den Okan Yalabık’a, Güven Kıraç’tan Demet Evgar ve Ayşen Gruda’ya kadar pek çok ünlü ismi bir arada görüyoruz. Bize bu filmin oluşum aşamasından biraz bahsedebilir misiniz? Bu isimlerle birlikte çalışmak nasıl bir duygu?

Uzun yıllardır haberdar olduğum bir proje bu. Yönetmenlerimiz Mehmet Kurtuluş ve Ayşe Ünal ile yıllar içinde projenin her aşamasında sohbet ettik,
fikir alışverişinde bulunduk, heyecanlandık. Açıkçası seslendirme kadrosunda olmasaydım da bu kadar sahipleneceğim bir iş olurdu. Ama bu kadarla kalmadı, sağ olsunlar filmde bana da bir rol verdiler. Dediğiniz gibi müthiş bir kadro var. Herkesin birbirinin rolünü yaratmasına katkı sağladığı, çalışkan ve yaratıcı bir kadro. Uzun süren okuma provalarını topluca yaptık. Her replik istenen verimliliğe ulaşana kadar. Açıkçası ben “Bu işi yaparken çok eğlendik” klişesini pek sevmem. Ama bütün o yorucu çalışma temposunun içinde samimi bir eğlence de vardı.

Bu projeyi sizin için bu kadar özel kılan şey nedir? Nasıl bir film bizi bekliyor?

Yedi yıl önce Mehmet’in hayalini anlatmasıyla projenin ucundan tutmuş oldum. Yedi koca yıl. Bu sürede o kadar çok değişiklik oldu ki. Hem projede hem de hayatlarımızda. “Kötü Kedi Şerafettin” hayatımın uzunca bir dönemine tanıklık etmiş bir iş oldu. Bu işin kişisel yanı. Ama bir de sinema çerçevesinden bakmak lazım. Yıllardır “Bizden neden özgün ve yaratıcı bir animasyon çıkmıyor?” diye sorup dururuz. Değerli çabalar olmadı değil. Ama “Şerafettin” bütün bu çabaları birkaç basamak yukarı taşıyacak bir iş. Dünya animasyon pazarının Türkiye’ye bakmasını sağlayacak bir iş. Bu anlamda arkasından geleceklere kapı açan, öncü bir proje.

Sizce bu karakterle büyüyen neslin filme tepkisi nasıl olacak? Beklentileriniz neler?
Bülent Üstün okurlarını, Şerafettin’i dergi sayfalarından takip edenleri üzmeyecek bir iş. Çünkü Bülent’in imge dünyasında ne varsa aynen perdeye yansıdı. Ama bununla da kalmadı. O imgeleri, her an dokunabileceğimiz yakınlıkta karakterlere dönüştürdü. Bence dergi takipçileriyle bugünün gençlerini buluşturacak bir iş.
Türk korku sinemasında önemli bir ivme söz konusu… Kötü Kedi Şerafettin animasyon alanında benzer bir etki yaratır mı?
Animasyon zorlu bir alan. Büyük bütçeler gerekiyor. Deyim yerindeyse “geçiştirmek” mümkün değil çünkü dünyadan çok iyi örneklerini izliyoruz. Ama bu zorluğu aşmak isteyenler için “zihin açıcı” bir film geliyor. Dedim ya, kendisinden sonra gelecek olanlara kapı açıyor “Şerafettin”. Şero’nun açtığı kapıdan girmezseniz sinirlenir, benden söylemesi…

Peki, sizin için animasyon filmlerinde para ne kadar önemli?

Seslendirme benim mesleğim. Bu işi yaparken animasyon-reel ayrımı yapmam. Hakkım neyse onunla yetinirim. Fazlasında gözüm yok. Ama “Şerafettin” için durum farklıydı. Stüdyoya girmeden önce para konuşmadım bile. Jim Carrey, Michael J. Fox, çizgi film karakteri Sylvester ve Buz Devri’nde Sid ile özdeşleşmiş bir dublaj sanatçısısınız. Bu kadar farklı karaktere ses ve kişilik vermek hiç de kolay olmasa gerek… Ben sadece işimi iyi yapmaya çalışıyorum. Bunun için durmadan çalışıyorum. Kendimi yenilemeye özen gösteriyorum. Kolaya kaçmayı sevmem. Çok daha zor işler yapanlar var. Onların yanında kendimi “işini yapan” biri olarak tanımlamakla yetinirim.
Karakterlere ses verirken, onların hangi özelliklerini göz önünde bulunduruyorsunuz? Tonlamalarınızı neye göre ayarlıyorsunuz?
Yönetmenin bakış açısını anlamaya çalışırım önce. Onun kurduğu dünyanın dışına çıkmadan, neler katabileceğime bakarım. Senaryonun tümüne hakim olmak isterim. Konuşacağım karakterin fiziksel özellikleri, yaşadığı dönem, tepkileri, nefes alış verişi… Çalışırım elimden geldiğince. Karakterle buluşunca ses kendiliğinden gelir zaten.
Türkiye’nin seslendirme konusundaki başarısını neye bağlıyorsunuz?
Geçmişi sağlam bir sektör. Tiyatro kökenli ustalardan çok şey öğrendik. Kimileri altyazıyı tercih eder ama okuma-yazma oranı, seslendirilmiş filmlere öncelik veriyor. Bu da işimizin toplumda bir kabul görmesini sağlıyor. Eskisi kadar güçlü mü bilemem ama hâlâ iyi isimlerin, iyi işler çıkardığı bir alan.
Yeni bir filmi yapılsa da seslendirsem diye beklediğiniz bir karakter var mı?
Şerafettin’in devam filmi yapılırsa, seslendirme kadrosunda olmak isterim.
Aynı zamanda iyi bir müzik dinleyicisisiniz. Rock ve klasik müzikle aranızın iyi olduğunu biliyoruz. Son dönemde sizi etkileyen gruplar ve sanatçılar kimler?
Yeni sesler dinlemeyi severim. Blues, rock ve caz kökünden yola çıkmış müzikler heyecan veriyor. Ama ne yalan söyleyeyim, etkilenmek deyince kulağım hâlâ eskilerde. David Gilmour’un son albümünü dinleyip etkilenmemek elde mi?