Bir kez daha haklarımızı savunmak, “Biz de varız, buradayız!” Demek “Kurtuluş yok, tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!” Diye haykırmak için yürüyoruz, yürüyeceğiz.

Liseye başladığım yıllardan itibaren elimden geldiğince İstanbul’daki “Onur Yürüyüşü”ne katılmaya çalıştım. Tarihi 1969’daki Stonewall ayaklanmalarına dayanan, Türkiye’de ise 1993 – 2003 yılları arasında cânım devlet otoritesi izin vermediği için bir türlü gerektiği gibi yapılamayan “Onur Haftası” ve “Onur Yürüyüşü”, 2003 yılından beri hayatımızda. İstanbul’da LGBTİ Onur Haftası 22 yıldır, LGBTİ Onur Yürüyüşü ise 12 yıldır “resmi” olarak düzenleniyor. İstanbul Onur Haftası, tabir-i caizse “Balkanlar ve Orta Doğu”nun en eski ve en büyük LGBTİ etkinliği. Dolayısıyla komşu ülkeler ve Türkiye’nin birçok farklı şehrinden eşcinsel veya aktivist Haziran’ın son haftası etkinliklere ve yürüyüşe katılmak için İstanbul’a geliyor. Geçen yıl Gezi Olayları’nın ardından farklı kesimlerden oldukça yüksek bir katılımla gerçekleşen yürüyüş, bu yıl 29 Haziran Pazar günü; biz de tabii ki oradayız!

“SUSMA HAYKIR, EŞCİNSELLER VARDIR!”
Görünürlük alanları kısıtlı, sesleri kısılmış, metropolde olsalar bile yaşamları belirli gettolarda sıkışmış eşcinsellerin, yılın bir günü şehrin en büyük ve en kalabalık ana caddesine gönüllerince yayıldığını düşünün. Nasıl isterlerse öyle giyiniyorlar, konuşuyorlar, dolaşıyorlar. Birbirlerine sarılıyor, gönüllerince öpüşüyorlar. Gökkuşağı bayraklarının altında diledikleri gibi haykırıyorlar: “Susma haykır, eşcinseller vardır!” O kadar güzel bir manzara ki bu, size anlatamam. Etraftan, esnaftan, şaşkınlık, şüphe, merak, ilgi dolu bakışlar, laf atanlar, gülenler, destek için camlara çıkanlar, parmakla birbirlerine gösterenler…
Yıl 2006. Bursa’da 6 Ağustos günü, demokratik ve yasal hakları için yürüyüş ve basın açıklaması yapmak isteyen eşcinsel, biseksüel, travesti ve transseksüel bireyler, Bursaspor taraftarları ve polisler tarafından engellendi. Onur Yürüyüşü, politik ve kamusal bir mesele hâline geldi. Bu dönemde Aykut Atasay, Onur Yürüyüşü’nün yaşadığı bu “engelleme”yi “Yürüyoruz” adlı bir belgeselle kayıt altına aldı. “İnadına isyan, inadına özgürlük…” sloganı hafızalara kazındı. Bu belgesel Türkiye’deki birçok film festivalinde gösterilirken, ben de !f’teki ilk gösterimini izleme şansı bulmuştum. 30 dakika boyunca dehşet içinde bu “nefreti” izlerken, bir gün bu nefrete karşı bir şeyler yapmayı kafama koymuştum.
Yıl 2007. Liseden yeni mezun olmuşum. Hayattaki ilk erkek arkadaşımla o yaz beraber olmaya başlayıp “resmi” olarak gay olduğumu herkese ilan etmişim. Gurur ve mutlulukla 25 metre uzunluğundaki “dev” gökkuşağı bayrağının altında Taksim’den Galatasaray Meydanı’na yürüdüğümü hatırlıyorum. İşte o an benim için paha biçilmezdi. Benim gibi binlerce insanla ortak bir amacı paylaşıyordum. Aynı sorunları ve aynı kaygıları yaşıyordum. Aynı yolda yürüyordum.
Yıl 2012. İstiklal Caddesi’nde büyük bir kalabalık. 20.000 kişi bayraklarla, sloganlarla yürüyor. Böylesi bir kalabalık görülmemiş. “Sadece bir avuç” diye nitelendirilen eşcinseller “Okulda, işte, mecliste, eşcinseller her yerde; kabul et ya da etme, eşcinseller her yerde!” diye bağırıyorlar. Bir yerlerde bir şeyler değişmeye başlıyor.
Ve yıl 2013. Gezi Olayları’nın henüz taptaze olduğu, Park’ın “birlikte yaşayabilme” olgusunu yeni yeni yeşerttiği bir zamandayız. Gezi’de görünürlükleri iyice artan LGBTİ topluluğu bu sefer önceden planlı, hazırlıklı ve her zamankinden daha yaratıcı. Ben de elimde bayrağım, yanımda hepsi “straight” arkadaşlarımla meydana çıktım. Taksim Meydanı’nda başlayan kalabalık 100.000’leri bulmuş, İstiklal Caddesi’nde yürümek mümkün değil, öyle bir kalabalık. Birkaç gün önce üç kişi yan yana gelse 300 polisin ortaya çıktığı bir ortamda hiç kimsenin sorun yaşamadığı, yüz binlerin birlikte tek bir amaç için yürüdüğü bir ortam. “Faşizme karşı bacak omuza!” ve “Velev ki ibneyiz!” sloganlarının arasından sıyrılan ve tüm yıla yayılan, tüm ortamlara uyan ve tüm kulaklara kazınan bir slogan: “Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım!”

YÜRÜYORUZ!
2014 yılına geldiğimizde değişen ne? Yaşam haklarımız anayasa ile korunuyor mu? Cânım devlet otoritesinin karşısında diğer vatandaşlarla eşit miyiz? Kimlik sorunu yaşamıyor muyuz? Trans ve nefret cinayetleri devam etmiyor mu? Ayrımcılıktan söz etmiyor muyuz? Birbirimizi “resmi” olarak sevmeye iznimiz var mı? “Halka açık” yerlerde öpüşebiliyor muyuz? Biz de “halk” mıyız?
Bütün bu soruların izinde bir kez daha haklarımızı savunmak, “Biz de varız, buradayız!” demek, “Kurtuluş yok, tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!” diye haykırmak için yürüyoruz, yürüyeceğiz.
Peki, sonra ne olacak? 2015’e geldiğimizde bir şeyler değişecek mi? Değişmesi için yürüyor muyuz? Yürüyoruz!