Paul McCartney klasiği “Nineteen Hundred and Eight Five”ın video klibi türk yönetmen Can Evgin imzasıyla tüm dünyada yanyında! McCartney 1973’te Wings grubuyla yaptığı “1985”, Timo Maas ve James Teej’in remiksiyle dans pistlerinin aranan şarkısı oldu. Evgin’e konuyla ilgili merak ettiklerimizi sorduk.

paul-g1

Blonde

Okuyucularımız için kendinizi biraz tanıtır mısınız? Bugüne kadar ne gibi projelere imza attınız?
İstanbul’da doğdum, Üsküdar Amerikan Lisesi’nden sonra ABD’de Northwestern Üniversitesi’nde okudum. Uzun yıllar New York’ta yaşadım. Şimdi Londra-İstanbul arasındayım. Vogue, Dazed & Confused, AnOther gibi dergilerle Armani, Dolce & Gabbana gibi moda markaları ve Garage, Nowness gibi online platformlarla çalıştım.

Wings grubundayken Paul Mc Cartney’in George Orwell’ın “1984”üne ithaf ettiği “Band on the Run” albümünün şarkısı olan 1985’ten biraz bahsedebilir misiniz? Tekrar gündeme gelmesi ve yazın hit parçalarından birine dönüşmesi nasıl oldu?
Timo Maas ve James Teej bu senenin başında şarkıyı remikslemek için buluşuyor. Paul’le beraber çalışıp yeni bir dil yakalıyorlar ve şarkı şu anki halini alıyor. Şarkı piyasaya ilk kez Berlin’de çıktı. Biraz gerilla, üzerinde sadece Paul’un resmi olan beyaz bir plak olarak… İlk günde tükenmiş. Ben de o sıralarda projeye dâhil oldum.

Şarkının video klibini çekme fikri nasıl doğdu? Sürecin öncesini ve sonrasını anlatır mısınız?
Virgin bana Londra’daki menajerim üzerinden ulaştı. Paul özellikle dans ve kendi eski stüdyo görüntülerini birleştiren bir klip istiyordu. Benim de Dolce & Gabbana ve Garage’a dans bazlı yaptığım iki filmimi görmüş. Eski görüntü kullanmak pek tercih ettiğim bir şey değil ama bu işte eski görüntüleri kullanmak şarkının yeni versiyonuyla uyumluydu; sürreal ve karanlık bir etki yarattı. Eski görüntüleri, dansçıların yeni görüntüleri ile birlikte 80’lerin televizyon ekranlarından göstererek, neyin gerçek neyin sahte olduğu tamamıyla belirsiz, hatta bu noktada önemsiz olduğu bir dünya yarattık. Jeff Koons sonrası yeniden yorumlamanın sonsuzlaştığı ve aidiyet haklarının anlamsızlaştığı dünyada -ki bence bu remiks konseptiyle de birebir örtüşüyor- Paul’un orijinal görüntülerini bu klipte farklılaştırarak ve bozarak kullanmak işin sürrealitesini besledi.

Klibin çekimi sırasında alanında değerli birçok insanla birlikte çalıştınız. Sizin için nasıl bir deneyim oldu?
Yaptığım işlerin belki de en güzel tarafı çalıştığım ekip oluyor. Klip, sonunda Almanya, İngiltere, Fransa ortak yapımına dönüştü ve her ülkede konuştuğumuz hemen herkes Paul’le çalışmak için ciddi anlamda uğraştı. Rihanna, MIA, FKA Twigs gibi sanatçılarla çalışan, çok önemli bir koreograf olan Aaron Sillis, Milano’da sahneye koyduğu performansı bırakıp dansın koreografisini yapmak için Londra’ya geldi. Naomi Weijand ve Denzel Daniels gibi iki muhteşem dansçıyla çalıştık. Aynı şekilde “I Am Love”ın sanat yönetmeni Francesca Mottola, yine başka bir projenin ortasında bizim için zaman ayırdı. Bunların yanında uzun zamandır beraber çalıştığım Jake Scott görüntü yönetmenliğini yaptı.

paul-g

Candice Swanepoel

Senaryosundan kurgusuna klibin her aşamasında Paul McCartney ile birlikte çalıştınız. McCartney ile nasıl tanıştınız? Yaşayan bir rock efsanesiyle çalışmak nasıl bir duyguydu? Sizi en çok hangi özelliği etkiledi?
Paul o sırada Amerika turnesindeydi ve hep e-mail üzerinden kontak halindeydik. Londra’ya döndüğünde ise ben başka bir çekim için Paris’teydim; yani hâlâ yüz yüze tanışamadık. Ama ondan e-mail almak bile büyük bir heyecan. Ne istediğini çok iyi biliyor ve yeni şeyler denemek konusunda çok açık. Niye müziğin gelmiş geçmiş en önemli yaratıcısı olarak anıldığı çok belli.

Bugüne kadar aralarında Armani, Dolce & Gabbana, Nowness, Louis Vuitton, Purple be ve AnOther Magazine’in bulunduğu pek çok marka için çalışmalar yaptınız. Sizi en çok etkileyen, farklı bir yere koyduğunuz bir çalışmanız var mı?
Hepsinin özel bir yeri var ama en başa “Internet is a Desert”i koyarım; hem ilk filmim hem Olivier Zahm’la ilk çalışmam hem de İstanbul başrolde olduğu için… Londra’da sokakta, uzun zaman beraber çalıştığım ama bir süredir görüşmediğim Dazed & Confused’un eski Art Director’u Remi’ye rastladım. Yeni bir dergi kurduğundan ve Olivier’le İstanbul’da bir söyleşi yapmak istediğinden bahsetti. Sonrasında söyleşiyi bir filme dönüştürmeye karar verdik. Olivier ve Miltos Manetas’la İstanbul’da bir hafta takıldık. Gecenin bir yarısı Boğaz’da yüzdük. Ayasofya’da gizli çekimler yaptık. Swissôtel the Bosphorus, Istanbul’un havuzundan kovulduk falan. Keyifliydi. Film sonra Venedik’te ödüller aldı, Paris’te Centre Pompidou’da gösterildi.

Moda fotoğrafçısı ve yönetmen olarak işlerinizde öncelikli kriterleriniz neler?
Projenin ruhunu bul ve ona tutun.
Sadelik iyidir.

Çalışmalarınızı İstanbul-Londra-Paris üçgeninde sürdürüyorsunuz. Bu temponun üstesinden nasıl geliyorsunuz?
Üç şehirde de beni temsil eden menajerlerim ve çalıştığım ekiplerim var. Onlar sayesinde hem işin prodüksiyon ve toplantı kısmı hem de çekim ve post prodüksiyon nispeten kolay akıyor. Bir de durmadan hareket etmek rutinim haline geldi.

Gelecek proje ve planlarınızdan bahsedebilir misiniz?
İki müzik klibi üzerinde çalışıyorum. Planlama aşamasında bir uzun metraj projemiz var. Diğer yandan reklâm ve moda filmleri var. Avrupa’da çok bilinen bir Türk şirketiyle de sohbet halindeyiz.