HİKÂYE: İLKNUR EŞSİZ
İLLÜSTRASYON: ERHAN CİHANGİROĞLU

Eski ve yeni tam bir kitap sevdalısı olan Madam Margret, dünyanın birçok şehrinde düzenlenen, çok sayıda müzayedeye katılmış ancak “Kuzgun gözünü açmadan” günün bu kadar erken saatinde düzenlenenine hiç rastlamamıştı. Üstelik özel olarak davetliydi bu etkinliğe… Kendisine hafta başında ulaşan mühürlü davet mektubunda şu cümleler yer alıyordu:

Sevgili Madam Margret,
Cumartesi günü sabah 08.00’de Kuzguncuk’taki şahsa ait Sezai Efendi Yalısı’nda gerçekleşecek kitap müzayedesinde sizi de mutlaka aramızda görmek isteriz. Müzayedede ‘Pandora’nın Kutusu’ isimli çok özel bir eserin(!) açık artırmayla yeni sahibini bulacak olması eminiz ki ilginizi çekecektir.
Sevgi ve saygılarımızla
Kuzgun Müzayede Topluluğu

İşte, Madam Margret, bu davete icabet için ocak ayının ayazında, sabahın karanlığında şoförü Frederic’le birlikte yollara koyuldu. Frederic’e “Kuzum Frederic, saatler ileri mi, geri mi alınıyordu önceleri? Böylesine bir karanlığı, gün ışığıyla parlaması gereken sabah saatleri hak etmiyor. Bense bu durumdan hiç hazzetmiyorum doğrusu” dedi. Konuşmaktan çok da hoşlanmayan Frederic’in ağzından sadece bir kelime çıktı: “Geri.”
Kuzguncuk’taki denize bakan yalıya ulaştıklarında Madam Margret’i kapıda son derece şık giyimli, Ediz Hun’un gençliğine benzeyen orta yaşlı bir beyefendi karşıladı. Buna rağmen Madam Margret onu çok kısa bir süre köşkün uşağı sandı, ancak adamı gözünün bir yerlerden ısırdığını fısıldayan iç sesine kulak vermeyi de ihmal etmedi.
“Hoş geldiniz sevgili Madam Margret, ben Sezai Birdenbire” dedi adam, nazikçe Margret’in elini tuttu ve bu zarif ele bir öpücük kondurdu. Margret ise şu an poker oynasa kesin kazanırdı, şoktaydı ama duygularını gizlemeyi de iyi başarıyordu. “Memnun oldum Bay Birdenbire” diye yanıt verirken aslında bu ünlü antika sevdalısı adamı New York’ta bir müzayedede gördüğünü hatırlamıştı.
Beyaz boyalı ve dış cephesi ahşap olan köşkün kapısından içeri girdiğinde birçok antikayla dekore edilmiş, tabanı İznik çinileriyle bezeli büyük bir hol karşıladı Margret’i. Kapının tam karşısına konumlandırılmış dev vintage aynada kendisiyle göz göze gelen Margret, Sezai Birdenbire’nin “Bu taraftan sevgili Madam” sözüyle kendisine işaret edilen tarafa yöneldi. Birlikte, içine 100 kişi doldursanız bile yine de rahatça tur atmaya yer kalacak bir çalışma odasına girdiler ve Birdenbire, aniden konuştu:
Sevgili Madam, sizi buraya davet etmemin nedeni şifreli mektubumdan da anlayacağınız üzere…
“Şifreli mektup mu?”
“Evet, efenim… Demek ki iyi şifrelemişim, bravo bana, ha ha ha!”
Margret bu espriye gülümsemedi bile.
“Buyurunuz bayım Birdenbire niçün buradayım kuzum?”
“Haklısınız! Lütfen size öncelikle güzel bir kahve ikram etmeme izin veriniz” diyerek zile bastı Birdenbire ve bu kez gerçek bir uşak belirdi kapıda. Uzun boylu ve birkaç sporu bir arada yaptığı sağlam fiziğinden belli olan bir uşak…
“Hanımefendiye ve bana, Jamaika’dan özel olarak toplattığımız kahve çekirdeklerinden çekilmiş bir espresso getirir misin lütfen, Jamal?” dedi Birdenbire. Ve sonra devam etti:
“Sevgili Madam, bugün burada bir müzayede yok. Sizi aldattığım için beni affetmenizi istirham edeceğim. Sizden geçen yıl New York’taki müzayedede aldığım ‘Moda Dünyasını Kavrayan Eldivenin Parmakları’ isimli Louis Van Direct mahlaslı kitabı bulmanız için yardım istiyorum. Kitabı en son bu odada çalışma masamın üzerinde gördüm. Çok pahalı bir eser olmasının da ötesinde, kitabın asıl önemi, içinde bana bırakılmış çok özel bir şifre olmasında.”
“Bayım aniden, birdenbire, yani affedersiniz soyadınız anlamında değil, kelime anlamında diyorum bunu… Beni buraya bunun için birdenbire çağırdığınız için biraz şaşkınım. Ama artık bu konulardaki ünümü kabullenmemin zamanı geldi sanırım. Tamam, size yardımcı olacağım. Ancak kitabın içindeki şifreyle ilgili bana bilgi verebileceğinizi umuyorum.”
“Şifre, Kuzgun Müzayede Topluluğu’nun yıllardır aradığı maddi ve manevi değeri paha biçilmez olan elyazması antika kitap ‘Pandora’nın Kutusu’nun kimde olduğuna dairdir Sevgili Madam. Sanırım bu kadarını bilseniz kâfi.”
Margret, oturduğu yerden zarifçe kalkıp 30 saniye kadar yürüdükten sonra -ki “Yürümek beynine kan gitmesini sağlar” derdi büyük büyük halası Zennube- köşkün bahçesini gören dev pencereye vardı. Dışarıda, başında oldukça büyük bir şapka olan bir bahçıvan, soğuğa aldırmadan çoktan biçilmiş çimenlerle ilgileniyordu. “Ah, bir bahçevan! Ama hava çimenlerle böylesine oyalanmak için çok soğuk değil mi?” diye düşündü. O sırada kapıdan hafif bir tıklama sesi geldi ve önce kahvenin muhteşem kokusu ardından Jamal süzüldü içeri.
Magret yerine döndü ve sakince oturdu. Esmer, uzun boylu ve birkaç sporu bir arada yaptığı her halinden belli olan Jamal’ın kahveleri servis edişini izledi. Sezai Birdenbire’nin kahve fincanının rengi beyaz, kendi fincanın rengi ise kuzguni siyahtı. Margret, Birdenbire’nin fincanından yükselen dumana dalıp gitti. Fincanın havada Birdenbire’nin ince dudaklarına doğru yolculuğu kısa sürdü, duman dağıldı ve Birdenbire bir yudum kahveyi damağında gezdirerek yutmaya hazırlandı. Ne olduysa oldu ve Margret yerinden fırlayıp Sezai’nin eline vurdu!
“Durun Bayım! Aniden tükürün rica ederim, sakın yutmayınız o zehirli kahveyi, sakın!”
Birdenbire, ağzındaki kahveyi en az 20 kişinin aynı anda ayak basabileceği antika İran halısına tükürürken bir an bile duraksamadı ve fal taşı gibi açılmış gözleriyle Margret’e baktı.
“Ah şükürler olsun. Anlıyorum, her şeyi anlıyorum. Lütfen bahçevan ve Jamal’ı çağırın Bayım, çarçabuk hem de.”
“Benim bahçıvanım izinde sevgili Madam, hem onunla ne ilgisi var bunların? Yıllardır yanımda olan yaşlı bir emektardır kendisi.”
“Bakın, fincanınızdaki küçücük toprak parçasını görüyor musunuz? İşte az önce bahçede gördüğüm bahçevan görünümlü katil kişi dokunmuş bu fincana. Ya sizi ya da beni ya da Ah Tanrım, her ikimizi birden öldürmek istedi. Jamal’a seslenin bayım, hemen gelsin rica ederim.”
Sezai Birdenbire, masasının üzerindeki zile bastı ve beklemeye koyuldu. Ancak, sportif ve dakik Jamal bu kez ortalıkta yoktu. Bu sırada holden birtakım gürültü ve patırtılar yükseldi, akabinde kapı bir anda açıldı ve iri yarı bir adam olan Frederic ve onun soğukkanlılıkla duyarsızlık arasında bir yerde asılı duran yüzü göründü. Frederic, sırtından kavradığı Jamal’ı odaya bir top gibi fırlattı. Jamal kucağında sıkı sıkıya sarıldığı kayıp kitapla birlikte yere yuvarlandı.
“Kaçamadı” dedi Frederic.
“Ah sevgili dostum, peki ya bahçevan?” diye sordu Madam Margret?
Kapıdan çıkmak üzereyken yüzünü bile dönmeden konuştu Frederic: “Kaçabildi.”
Sezai Birdenbire, bir Margret’e bir Jamal’a bakarak iç geçirdi ve son derece üzgün, ağlamaklı bir ses tonuyla konuştu: “Ah Jamal, bana bunu nasıl yaparsın? Madam Margret, lütfen anlatınız neler oluyor, Allasen?”
Madam tam söze gireceği sırada Jamal bir anda elindeki değerli kitabı bir kenara fırlattı ve avcunda gizlediği, yere düşse bulmakta güçlük çekilecek denli küçük silahı Birdenbire’ye doğrulttu. “Sakin bena yaklajmayin, sakin! Birakin da jideyim dijari” derken geri geri kapıya doğru yürüyordu ki sırtına aldığı darbeyle yeniden yere yapıştı.
Jamal’ın yere düşen bedeninin arkasında elindeki kocaman bronz at heykeliyle bir kez daha beliren Frederic, haklı olarak artık biraz kızgındı:
“Nereye?”

Devam edecek…