Devam ediyor…

Madam Margret, Chris ve hipnotör Jacobsen’in gelmesini beklerken esrarengiz adam da kendisine ne olduğunu düşünerek kahve fincanlarına bakıyor, sanki fallardan medet umuyordu. Bu sırada önce müziğini duyduğu, hâlihazırda elinde tuttuğu telefonunun yanıp sönen ekranında ‘SDM arıyor’ yazısını gördü Madam Margret.
“Evet, sevgili dostum, dinliyorum. Ah! Demek böyle. Hım! O, yo! Öyle mi, ah so! Anlıyorum, anlıyorum tamam. Hayli ilginç bu olayı nasıl aydınlatacağımı hiç bilemiyorum doğrusu. Size teşekkür ederim. Şu an için gelmenize gerek yok. Ama belki de her an size ihtiyacım olabilir, evet efenim. Görüşmek üzere.”
Telefonu kapatırken çaresizce beklemekte olan bu adamla ilgili herhangi bir kayıp-kaçak başvurusu olmadığını, kısaca adamın aranmadığını öğrendiği için rahatlamadığını fark etti Madam Margret. Bu zavallı genç adamın yanına onu ürkütmemek amacıyla en sessiz ve yumuşak adımlarıyla gitti.
“Acaba başka bir şey içmek ya da yemek arzunuz olur muydu bayım?”
Yeşil zeytin tanelerini andıran gözlerinde derin bir keder vardı adamın. Empati kabiliyeti yüksek olduğundan yüreğinin, adamın kederiyle dolup taştığını hissetti Madam Margret. Ve bu hissin ardından da korktuğu başına geldi. Genç adam “Ah, sevgili hanımefendi bende iştah mı kaldı? Bu nasıl bir boşluk yüce tanrım? Kimim ben, ha kimim?” diyerek elleriyle yüzünü kapattı ve ağlamaya başladı.
Madam Margret, ağlayan adamların küçük birer çocuktan farksız olduğunu düşünürdü çoğu zaman. Ancak, çevresinde çokça ağlayan adam görmediğinden bu konuya nasıl müdahale edeceği konusunda pek de pratiği yoktu. Saklamaya çalıştığı hafif bir endişe dalgasıyla birlikte “Elaydanur Peri!” diye seslendi mutfağa doğru. Koşarak gelen her daim şaşkın bakışlı kızdan, genç görünümlü, çocuk yürekli bu adam için biraz kakaolu sütle ev yapımı biskotti istedi. Adamın, kendisinin bu tatlı jesti karşısında bir parça da olsa mutlu olmasını diledi. Ancak adam mutsuzluğunu da süte ve biskottiye katık yapmayı ihmal etmeyince, Madam Margret derin bir iç çekmekten kendisini alamadı.
Şükür ki, her bir köşesi Madam Margret’in zevkini yansıtan bu muhteşem evi saran kasvetli havayı Chris ve Jacobsen’in gelişi az da olsa dağıttı.
Madam Margret, sevincini biraz fazlaca belli ederek “Oh! Jesus Christ! Şükürler olsun!” dedi birkaç kez ve iyi tanıdığı bu iki adamı, hakkında hiçbir bilgisi olmadığı sırlarla dolu, kakaolu sütü dudaklarının kenarında ince bir bıyığa imza atmış diğer adamın yanına getirdi. Hızlı bir tanışmanın, daha doğrusu tanışamamanın ardından kısa boylu, göbekli ve iki lafı bir araya getirmekte hep bir sorun yaşayan Hipnotör Jacobsen, dili döndüğünce adamın durumuyla ilgili neden şüphelendiğini anlattı etrafındaki meraklı yüzlere.
“Sizi, hipnozlamışlar, ah yani hipnotize etmişler beyefendi. Muhtemelen bir aynanın yansıması ise bu hipnozu başlatıyor ya da bitiriyor, ya da her ikisi birden işte. Şimdi sizi her şeyi hatırlar hale getirmek için yeniden hipnoz altına almalıyım. Kabul eder misiniz?” diye sordu ve yeşil gözlü adamın gözlerine bakıp cevap bekledi Hipnotör Jacobsen.
Adam umutsuzca “Olur” demek ister gibi başını bir aşağı, bir yukarı salladı.
Hipnotör Jacobsen’in yönlendirmesiyle salonun, Boğaz’ın mavi sularını alabildiğine gören pencerelerinden birinin önündeki rahat koltuğa oturdu gizemli adam. Jacobsen, elindeki aynanın yansımasını adamın tam karşısındaki duvara yansıttı ve bu yansımayı takip edip rahatlaması direktifini verdi. Jacobsen 10’dan geriye sayarken üçe geldiğinde gizemli adam gözlerini kapatmış, hipnozun etkisine girmişti bile.
Jacobsen, adamın geçmişinin kapılarını aralamak istemiyordu. Bu durum adamı hazır olmadığı bir psikolojik dışavuruma sürükleyebilirdi. O nedenle gizemli adamı, sadece ismini hatırlamasına yardımcı olacak kadar geriye götürmeye karar verdi. Bu çok zor olmadı. Adam sanki bu anı bekliyormuşçasına hızla hatırlıyor gibiydi. Buraya geldiği köşk yarım saat uzaklıktaydı ve kendisi o köşkün sahibiydi. Bir büyükannesi vardı. Bir hafta önce hayatını kaybetmişti ve son ana kadar kendisinin yanından ayrılmasını istememişti. Ölmeden iki gün önce bir peçeteye sarılmış, okunmuş pirinçleri vermişti ona ve kulağına şöyle fısıldamıştı: “Merak etme Semih. Seni öldükten sonra da koruyacağım, hiç merak etme yavrucuğum.” Hipnoz altındayken elini cebine sokan adam, peçeteye sarılı pirinçleri çıkarmıştı. Madam Margret, peçeteyi eline aldığında pirinçlerin ağırlığına şaşırdı. Elindeki tortop olmuş peçeteyi açıp baktığında ise pirinçlerin arasında parıldayan bir taş gördü. Bir elmastı bu. Hipnoz sürüyordu. Semih’in soyadının da Alptengiller olduğu ortaya çıkınca en azından artık karşılarındaki adamın kimliğini bildiklerine mutlu oldu Madam Margret.
Semih Alptengiller’in sosyal medya hesaplarını dikkatle inceleyen Madam Margret, adamın kendisine hiç de benzemeyen, hayli çirkin bir erkek kardeşi olduğunu keşfetti. Rızaveli Alptengiller isimli bu kardeşi hiç gözü tutmadı Madam Margret’in. Onun da her türlü sosyal hesabında gezinen Madam Margret, hipnoz seansı sona erip de Semih Alptengiller tümüyle aralarına döndüğünde olayı çözmüştü bile.
Şimdi sıra her şeyi etrafındakilere açıklamaktaydı.
***
Kimliğini ve kendisini hatırladığı için rahatlayan Semih Alptengiller, meraklı gözlerle bakıyordu Madam Margret’e. Chris, sakince koltuklardan birine oturmuş ve bir pipo yakmış, Jacobsen de ilk kez içiyormuşçasına tadına vararak elindeki kahveyi yudumluyordu. Madam Margret, herkesin duyacaklarına hazır olduğuna kanaat getirdi.
“Anladığım o ki, büyükanneniz geride büyük bir miras bıraktı. Üstelik bu miras sadece paradan, tahvilden, gayrimenkulden de oluşmuyordu. Size yüklü miktarda elmas bıraktığına ne şüphe yahu! Sosyal medyaya şükredelim ki bize fısıl fısıl fısıldar sırları her daim. Büyükanneniz Nurfeza Canıgüzel, modern düşünen, hem bilime hem metafiziğe ilgili bir hanım insanmış, bunu hesaplarındaki paylaşmalarından hemen de anladım. Umarım rahmetler üstüne olur, ışıklarla uyur, aydınlıklar ve huzur içinde. Muhtemelen beni de tanıyordu Nurfeza teyzeciğim, sizi korumak için ölümünden önce çokça işlevsel bir planlama yaptı. Sizi bana getirecek bir hipnoz uygulatması nasıl da dahiyanece. Nitekim böyle konularda meziyetli oluşum artık bir sır değil ki. Evet, neyse, devam edersem… Şahsen bir insan kuyumcusu olduğuma inanan benim gözümün hiç tutmadığı erkek kardeşiniz Rızaveli Alptengiller, sizi öldürmeyi planlıyor. Bunu da kendisinin Instagram hesabında zehirli bitkilerin fotoğraflarını paylaşmasından anladım. Ancak anladığım üzere Instagram’ın kurdu olmuş olan Nurfeza teyze de bunu fark etmiş. Bu nedenle kendisi bir başka diyara göçünce etkili olmasını planladığı, teknolojiyle psikolojiden yararlanmayı ihmal etmediği bir plan hazırlamış. Şanslısın ki bu plan işe yaradı sevgili Semih Alptengiller. Artık öldürüleceğinizi bilip diken üstünde olmak da sizin göreviniz!”
Semih Alptengiller, beklenmeyen bir hamleyle oturduğu yerden fırlayınca herkes irkildi. Birkaç adımda yanına ulaştığı Madam Margret’e bir anda sarılan genç adam, “Size nasıl teşekkür edebilirim? Hayatımı size borçluyum artık” derken Madam Margret ise mağrur bir sükûnet içinde konuştu: “Yo, yo… Hiç öyle bir şey denebilir mi? Siz sadece gözünüzü çokça açın artık. Örneğin evde yemekleriniz, uykunuz, uyanıklığınız, her bir anınınız ölüme bir nefes mesafede.”
Herkesin buz kestiği bir anda kahkahayı patlatan Madam Margret’in “Ne de olsa bu hikâyede de olduğu gibi katil her zaman uşak olmuyor!” cümlesi bir yankıya hapsolmuş kelimeleriyle havada sonsuza dek asılı kalacak gibiydi.