Bildiklerimizi unutmanın, yeni bir şeyler öğrenmenin ve bunu tüm saflığımızla yapmanın zamanıdır şimdi.

“İnsan olmanın” ne olduğunu anlamaya çabaladığımız yıllardayız… İletişimdeki sınırsızlık, tüketimdeki tatminsizlik ve duygulardaki tükenmişlik “öz”ümüz ve “saf”lığımıza yönelik arayışlarımızı daha da artırdı. Çok satılan kitaplar listesine baktığımızda, bu yönümüzü sorgulamamıza yardım eden farklı kültürlerin felsefe kitaplarının üst sıralarda olması da bunun bir kanıtı gibi…
Kendi içimizdeki Rönesans’ın ihtişamındayız. Daha farklı olanı, bize yakın olanı, kendi farkımızı ortaya koymanın Rönesans’ındayız. Kim bilir sonraki jenerasyon bu döneme ne ad verecek. Eminim şimdiye kadar olandan, beklenenden çok daha derin, çok daha yaratıcı ve çok daha etkili olarak tanımlayacaklardır.
Bildiklerimizi unutmanın, yeni bir şeyler öğrenmenin ve bunu tüm saflığımızla yapmanın zamanıdır şimdi. Hayatın ve varlığımızın özünü anlamak için şimdiye kadar yarattığımız keşmekeşten, gürültüden, maddesel ve manevi yüklerden arınmamız gerekiyor. Tüm trend belirleyiciler işte bu duyguları destekleyen “simplfy your life“ trendinin, bir zen öğretisi olmasının çok ötesine geçip algıları, alışkanlıkları, tarzları etkileyeceği konusunda hemfikirler.
Duygusal dünyamız, ekonomiye bakışımız, yönetim felsefelerimiz, yönetim şekillerimiz, performans değerlendirmelerimiz, kariyer hedeflerimiz meslek tanımlarımız, siyaset, moda; kısaca yeni düzende hayata dair ne varsa yeniden tanımlanacak. Zaman bile bu trendin etkisinde yeniden tanımlanırken, geçmiş ve gelecek ilk defa “an” da buluşup hayatımızın görselliğine yeni estetik değerler katacak. Şimdiye kadarki tüm akımlar geleceğin vizyonunda yeniden yorumlanıyor.
Teknoloji artık hayatın tam da kendisi… Bilgisayarlarımız, telefonlarımız, giysilerimiz artık sadece tek fonksiyonla hayatımıza hizmet etmiyorlar. Her şeyde çok boyutlu bir derinliğin gizli huzurunu yakalamak üzereyiz.

ÖZGÜNLÜĞÜN NİRVANASI
Tüm markalar, iş modellerini müşterilerindeki bu duygusal Rönesans’a göre oluşturma telaşında. Az tüketen, çok isteyen, bireyselliğinden ödün vermeden insanlığın ortak değerlerine hassasiyet gösteren, özgünlüğün nirvanasında bir toplumdan bahsediyoruz. Şimdiye kadar hep daha fazlasını isteyen, aidiyet duygusunu markaların oluşturduğu dünyalardan talep eden ışıltılı hayatların grupları yaşlanırken yeni jenerasyon “simplfy your life” mottosunu yeni hayat düzenine taşımaya çok hevesli. Biliyoruz ki çağımız insanının adaptasyon yeteneği çok yüksek, yani iyiye de kötüye de çok hızlı alışabiliyor. Ve bilinçaltında belirledikleri optimum mutluluk seviyesine bir an önce ulaşmak istiyor. Tüm dünyayı etkileyen son krizden sonra “az ile yetinme” düşüncesi bu trendin gücünü de artırdı. Artık insanlar çok büyük evler, büyük arabalar, son moda giysiler, mücevherler gibi aidiyet duygularını besleyip egolarını tatmin eden nesnelerden çok, kendi dünyalarını zenginleştirecek deneyimleri yaşamak istiyor. Optimum mutluluk seviyesini “yokluk / varlık” ile değil içsel değerlerle sabitlemeye çalışıyorlar. Az eşyayla yaşamak ama çok gezmek, çok insan tanımak ki bu, sosyal medyanın tetiklediği bir duygu, çok lezzet tatmak, kültürel çalışmalara katılmak gibi deneyimsel aktiviteler önem kazanıyor.
Lüks tüketim araştırmalarına baktığımızda eskiden olduğu gibi pahalı saatler, evler, otomobiller gibi harcamaların yerini macera turları, gurme kursları gibi yaşama anlam katan uğraşıların almaya başladığını görüyoruz. Henüz tüketim doyumuna ulaşmamış Çin, Rusya gibi ülkelerde bile bu eğilim hızla güçleniyor. Lüks, artık sahip olmak ve göstermek değil, yaşamak ve hissetmekle özdeşleşmiş durumda.

Trendsetter İstanbul yaşam zevkinin, özgünlüğün ve yaratıcılığın simgesi bence. Ve tam olarak yalınlaşan hayatların derin ruhunu yansıtıyor… Bu nedenle ilk “merhaba”mı bu trendin gölgesinde demek istedim. Her ay bu sayfada trendleri, hayata dokunuşları, seyahat notlarını sizlerle paylaşmanın heyecanını yaşayacağımdan da eminim. Işıltılı günlerin dinginliğinden müjdeler vermek üzere sevgiyle kalın.