Yaşam alanlarımız üzerine farklı bir bakış açısı getiren, İstanbul Modern’in güncel fotoğraf sergisi “Habitat”, 22 Mayıs’a kadar görülebilir. Her gün anlamını değiştiren mekân kavramının peşinden giden sergi kapsamında, İstanbul Modern Fotoğraf Danışma Kurulu’nun seçtiği 13 sanatçının çalışmaları bir araya geliyor. Biz de serginin sanatçılarından Ali Taptık, Zeynep Beler ve Kerem Ozan Bayraktar ile bir araya gelerek fotoğrafla olan ilişkilerini, hem güncel hem gelecek projelerini ve serginin kavramsal çerçevesini konuştuk.

ali-taptik-1

ALİ TAPTIK

İTÜ’de aldığın mimarlık eğitiminden sonra aynı üniversitede mimarlık tarihi alanında yüksek lisansını tamamladın ve halen doktora çalışmalarına devam ediyorsun. Mimari alanındaki bu eğitimin çalışmalarına pek çok şekilde yansıyor. Bu ilişkiden biraz bahsedebilir misin?
Nasıl yansıyor? (Gülüyor) Yer yer ilgi duyduğum konuları, yer yer de yöntemsel olarak eğitimimde edindiğim tavırları kullandığım için böyle yorumlandığını düşünüyorum. Son 10 senedir yaptıklarıma baktığımda iki ana izlek seçebiliyorum. Bunlardan birini daha hissi, sözle ifade etmenin daha zor olduğu “Kaza ve Kader”, “Şaşılacak Bir Şey Yok” ve “Teğet” gibi uzun soluklu seriler olarak tanımlayabilirim. Her ne kadar bu serilerde de mesleki eğitimimden gelen birikimimi kullansam da sadece mimarlık, kent, yapılı çevre gibi bir alandan beslenen işler değiller. Böyle serilerde günümüzün tartışma ve çatışma eksenlerini bireysel algı üzerinden çerçeveleyen anlatılar oluşturmaya çalışıyorum. Bu “hikâyelerde” olayları ve durumları daha geniş bir kapsamda değerlendirmem mimarlık eğitiminden geliyor olabilir.

Diğer izlekte neler yer alıyor?
Diğer izlekte ise “Tanıdık Yabancılar”, “Bir Bitki Örtüsüne Doğru” veya “Giyinmek ve Giydirmek üzerine: Osmanbey’e Bakmak” gibi araştırma odaklı, görüntülerin çok daha belirgin amaçlarla konumlandırıldığı çalışmalar yer alıyor. Bunlardan Osmanbey üzerine sürdürdüğüm araştırma, aynı zamanda doktora tezimin zeminini oluşturuyor. Bunun dışında definecilik ve sikkeler üzerine bir çalışmayı halen sürdürüyorum. Mimarlık birçok farklı disiplinden beslenen ve bunlar arasında (bazen fazla da olsa) cesurca ilişki kurabilen bir üretim alanı, bu yüzden aslında ikinci bahsettiğim alandaki üretimleri mimarlık olarak adlandıramaz mıyız?

Sanatçı kitaplarına duyduğun ilgi de gerek Bandrolsüz Kolektifi’nin kurucularından olmandan gerekse yayınladığın pek çok kitaptan kendini belli ediyor. Bu medyuma duyduğun ilgi sanat alanındaki çalışmalarını ne şekilde besliyor?
“Sanatçı kitabı” ya da “fotoğraf kitabı” gibi kategoriler bence tartışmayı tanım seviyesine çekiyor, oysa içerik ve yöntemler üzerine konuşmak daha ilgi çekici, belki de o yüzden sadece “kitap” demeliyiz. Anlatıyı en etkin şekilde koruyacak özel bir mekân inşa etmenin ve geniş bir alanda dolaşıma sunmanın en etkin yolunun bu olduğunu düşünüyorum. Burada da yine iki farklı türde üretim var. “Beaten Floor” ya da Okay Karadayılar’la birlikte yaptığımız “Açık Ev” gibi kitaplar, işçiliğin ya da tek bir fikrin ön planda olduğu kısa hikâyelere veya denemelere benziyor. Daha uzun hikâyeler ve anlatılar ise “Kaza ve Kader” ve yeni çıkan kitabım “Şaşılacak Bir Şey Yok” gibi tüm sergilerin bir nevi prova olduğu projeler bence ancak yayınlanınca sonlanıyor. Bu aslında çok alışılmış bir pratik değil çünkü sergi ve kitabı eş zamanlı yürütüp, son ürünü ortaya koymanın özellikle de işinizi tanıtmak için aslında daha etkin olduğunu kabul etmek lazım. Ancak ben bunu biraz kısıtlı buluyorum. Bu seriler sergilendikleri süre boyunca izleyicilerin tepkileri ve arkadaş yorumlarıyla evrildiler.

1 2 3 4 5 6