Madam Margret, Boğaz’ı gören yalısının 75 metrekarelik salonunda yoga eğitmeni Naranda Asana’yla her sabah gerçekleştirdiği seansı tamamlamıştı. Bedenine gösterdiği saygının verdiği belli belirsiz bir gururla, denize nazır koltuğuna oturan Madam Margret, Güney Afrika’dan getirttiği Rooibos çayından yudumluyor ve bir yandan da gazete okuyordu. Gözüne gazetenin altlarında yer verilmiş ilginç bir haber çarptı: Akaretler’de bir ışınlanma vakası! Haberin detayında şöyle diyordu: Akaretler’deki ünlü W İstanbul Otel’in önünde görülen kasketli genç adam, birçok kişinin gözleri önünde ortadan kayboldu. Tüm araştırmalara rağmen bulunamayan adamın 20’li yaşlarında olduğu, 80’li-90’lı yılların modasını anımsatan kıyafetler giydiği söyleniyor. Bu konsept şehir otelinin iki ayrı kapısı olduğu biliniyor, ancak genç ve esrarengiz adam otelin içinde hiç görülmedi.
Güneş ışınlarının denizin üzerindeki raksını seyreden Madam Margret, “Bu olayı araştırmalıyım. Mantıklı bir açıklaması olmalı. İnsan bu zamanda eğer bir moda ikonu değilse neden o eski moda kıyafetleri giysin ki? Hayli garip” dedi. Margret’in kulağına ulaşan Mozart’ın ‘Figaro’nun Düğünü’ eserinden bir bölüm, telefonunun çaldığı anlamına geliyordu. Masanın üzerinde duran telefona uzanıp baktı, tanımadığı bir numaraydı arayan.
Ben Margret, beni kim arıyor?
Karşıdaki, kısık sesle konuşuyordu, Madam’sa kadının arkasından gelen sesler nedeniyle onun bir garda olabileceğini düşündü. “Sevgili Madam Margret, size gerçek adımı söyleyemem. Bu nedenle kendime bir lakap takacağım. Ama biraz süre veriniz, bunu hiç hesaba katmamıştım…”
10-15 saniyelik uzun sessizliğe dayanamayan Madam, “Alo, Alo, sevgili adını bilmediğim hanımefendi. Orada mısınız? Konuşunuz lütfen, alo, alo, alo, alo, alo…” dedi biraz da endişeli. Nedense bu kadının sesi kendisine çok tanıdık geliyordu.
“Pardon Madam Margret. Siz bana kısaca ‘K’ diyebilirsiniz. Madam Margret, yıllar önce ormanlık alanda kaybolan üniversiteli çifti hatırlar mısınız? İşte ben onlardan kadın olanım.”
“Ah, evet, hımm… Anlıyorum, erkek olanı değilsiniz demek. Durdandungen Osbögrab da o olayı çok iyi bilir. Siz onu tanır mısınız? Aman Tanrım, fakat ben sizi tanıyorum, adınızı da biliyorum. Durun durun hatırlayacağım. Kimder Yayma’sınız siz. Bunca zaman nerelerdeydiniz? Yurtdışında mı?”
“Madam, hafızanız ne kadar da güçlü. Fakat ben artık eski ben değilim. Çözdüğünüz olayları konu alan bir yazı dizisi çıktı karşıma trende unutulmuş olan ‘Zamanın Nefesi’ isimli dergide. Gelip beni bulmalısınız. Ben bunu nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Farklı bir zaman diliminde Doğu Ekspresi’nde sıkıştım kaldım. Tıpkı bir hayalet gibi…”
“Hiçbirimiz eski biz değiliz. Eskiden olan ben ile şimdiki olan ben arasında fark saymakla biter mi? Kimder sevgili kuzum, hangimiz kimiz ki? Durun bir, ne dediniz siz? Oh, yo! Hayalet mi?”
Hayır, elbette kanlı canlıyım ve fakat yaşlanmadım anlıyor musunuz? Hâlâ 20’li yaşlardayım. Bana yardım edin Sevgili Madam. O gün sevgilim Oliver’la okuduğumuz bir kitabın bizi yönlendirdiği noktaya gittik. Ormanın tam o noktasında gözümüzün önünde ışıklı, şeffaf, adeta aynaya benzeyen bir kapı belirdi. Meraklı gençlerdik, durup bakmadık bile, hemen girdik kapıdan. Ucu görünmeyen bir koridor vardı önümüzde. El ele bu koridorda yürüdük ve sonunda dağlık bir alanda bulduk kendimizi. Ardımızdaki kapı da bir anda kapandı. Farklı bir dünyaya ışınlanmış gibiydik. Ortalıkta hiçbir canlı yoktu. Morumsu bir atmosferi vardı geldiğimiz yerin. Oliver, yakında bir mağara gördü ve oraya doğru yürüdü. Ona ‘Beni bekle, kime diyorum Oliver? Sürekli bensiz hareket ediyorsun. Bıktım bu başına buyrukluğundan’ dememe kalmadan mağaraya girdi ve, ve….
Madam Margret, “Ah işte tipik bir erkek davranışı. Kim ne derse desin Kimder, haklısın kuzum. Erkekler hep böyle işte…” diye konuşadursun, Kimder karşısında hıçkırıklara boğulmuştu.
“Oliver o gün bugündür yok Madam Margret. Mağaraya girdim, ‘Oliver, Oliver, neredesin, yetti artık bu hallerin?’ diye isyan ettim. Bu esnada gözlerimi kamaştıran bir ışıma oldu, sonra kendimi Doğu Ekspresi’nde Ankara’dan yola çıkmış Kars’a giderken buldum. Sadece bazı çocuklar ve hayvanlar beni görebiliyordu. Sonra anladım ki trende belli bir noktada ve belli bir zamanda görünür oluyordum, yine de yetişkinler beni göremiyordu. Karlı, buzlu bir görüntü müydüm ben? Neden net çekmiyordum, neden? Neyse, bir zaman trende unutulan bir cep telefonu buldum. İnsanların bunu nasıl kullandığını görmüştüm trende. Telefonu kullanmayı başardım fakat aradığım hiç kimse beni duyamıyordu. Tren, Kars garında durduğunda inmeyi denedim. Sanki göbeğimden bağlıydım trene ve belli bir mesafeye kadar gidip şeffaf bir duvara çarpıyordum. Bu sınırlı alan içinde ankesörlü telefonlardan biri vardı. Denemek istedim. Sizin numaranızı dergi haberinde görmüş ve ezberlemiştim. Biraz utanıyorum ama bir yolcunun telefon kartını çaldım. Sizi ararken ilk denemelerim başarısız oldu ama bugün başardım. Ah Madam, bana yardım edin rica ederim, beni yıllardır bitmeyen bu uzun yolculuktan kurtarın. Tren yolculuğu elbette güzeldir, üstelik vagonlar da yataklı ama o bile bir yere kadar.”
Madam Margret, son dönemlerde duyduğu en tuhaf, en esrarengiz, en gerçek dışı hikâyeyle karşı karşıyaydı. Ankesörlü telefonda kanlı canlı bir hayalet! Bunu çözmek için desteğe ihtiyacı olacaktı.
“Kimder, sevgili kadın dostum. Hemen Ankara’ya hareket ediyorum. Doğu Ekspresi’ne binip sizi oradan çıkaracağımı umuyorum. Kendinizi bırakmayın, umutlu olun, yediğinize içtiğinize dikkat edin. Özellikle de şeker yemeyin, zehir! Alo, Kimder, beni duyuyor musunuz?”
Kimder artık konuşmuyordu. Madam Margret hızlı davranmalıydı. Helikopter pilotu Hürkartal Yürür’ü aradı ve çok kararlı konuştu:
“Hürkartal, helikopteri hazır et lütfen, Ankara’ya uçuyoruz. Yol üzerinden Durdandungen ve Müfhit’i de alacağız. Evet, yol üzerinden, bunda anlamayacak ne var? Çatılarına da konsak onları alacağız Hürkartal, sana güveniyorum.”

Devam edecek…

 

Madam Margret’i instagram ve facebook hesabından takip edebilirsiniz.