Eşi Mehmet Binay’la ‘Zenne’ ve ‘Çekmeceler’ filmlerinin senaristliğini ve yönetmenliğini üstlenen Caner Alper’in “Temiz Aile Çocuğu” kitabı geçtiğimiz ay raflarda yerini aldı.

Alper’in bu kitabındaki içten, cesur ve şeffaf anlatımının çıkış noktası arayan ve özgürleşmek isteyen eşcinsel bireylere adeta ışık tuttuğu yadsınamaz bir gerçek. Kendisiyle “Temiz Aile Çocuğu”nu, evliliği, Türkiye’de eşcinsel olmayı ve yeni film projelerini konuştuk.

Fotoğraflar: Mehmet Binay

Bu aralar hayatınız nasıl gidiyor? Gündeminizde neler var?

Güzel gidiyor. Los Angeles’ta kışlar çok düzenli ve yumuşak. Her günüm aşağı yukarı birbiriyle aynı ama kesinlikle sıkıcı değil. Eylülden aralık sonuna kadar her hafta iki üç çok iyi, yeni film vizyona giriyor, onları takip ediyorum. “Temiz Aile Çocuğu” geçen ay piyasaya çıktığı için üç hafta Türkiye’deydim dolayısıyla kaçırdıklarım oldu, onları seyrediyorum.

“Temiz Aile Çocuğu”nu yazarken sizi harekete geçiren şey ne oldu?

Kitabın başında da anlattığım gibi, doğduğum ülkeye, dile, dostlarıma veda edip yeni bir ülkede yepyeni gelenekler, şartlar altında yaşamaya başladığım zaman yazma ihtiyacı duydum. Annem ölmüştü ve onunla yepyeni bir sayfa açılmıştı önümde.

Geçen yıl tam da bu zamanlardı. Uzun zamandan beri bizi takip eden ve hayatta çok şanslı olduğumuzu düşünen LGBTİ bireyler vardı. “Oralarda işiniz kolay, aileleriniz bizimki gibi değil, eşit muamele gördüğünüz yerlere gittiniz” diye mesaj atan kişiler… Bu hep böyle değildi. Böyle başlamamıştı. Ben de sizin gibiydim, deme ihtiyacı duydum. Call Me by Your Name isimli bir film seyretmiştim. Onun çıkışında yazmaya karar verdim.

Bu anı kitabınızdan beklediğiniz geri dönüşleri alabildiniz mi?

Beklediğimden çok daha iyi geri dönüşler oldu. Özellikle kitapta ismi geçen yakınlarımdan. Babam ve ağabeyim beni çok duygulandıran geri dönüşlerle kucakladılar, özür dilediler. Arkadaşlarım beni tanıdıklarını düşündüklerini ama hayatımın çok büyük bir kısmını sessiz geçirdiğimi öğrendikleri için buruk bir mutluluk yaşadıklarını söylediler. Hayatımın bir döneminde yollarımızın kesiştiği birilerinden ve filmlerimiz dışında hiçbir şey bilmeyen ya da kitabı tesadüfen almış kişilerden olağanüstü mesajlar, paylaşımlar aldım. Çok mutluyum.

“Aşkın geçici süre baş döndüren, yemeden içmeden kesen, aynada güzel gösteren, yürüyüşümüzü değiştiren, masum yalanlara iten, çocuklaştıran, meme uçlarımızda hissettiğimiz o ilk çarpışını da, sonradan dönüştüğü olgun, anlayışlı, bağlı hayranlığını da seviyorum.”

Sizin için ‘aşk’, ‘evlilik’ ve ‘mutluluk’ kavramları ne ifade ediyor?

Aşkın geçici süre baş döndüren, yemeden içmeden kesen, aynada güzel gösteren, yürüyüşümüzü değiştiren, masum yalanlara iten, çocuklaştıran, meme uçlarımızda hissettiğimiz o ilk çarpışını da, sonradan dönüştüğü olgun, anlayışlı, bağlı hayranlığını da seviyorum.

Evlilik, törenleri itibariyle önceleri fazlasıyla alay ettiğim bir olguydu ama sonra başıma gelince beni bambaşka çarptı. Bunu “Temiz Aile Çocuğu”nda Düğün adlı hikâyede detaylarıyla anlattım.

Mutluluk yelpazem çok geniş. Sinema salonunda ışıkların sönüp film başladığı o an, dostlarımın ellerinde kitabımla bana düzenledikleri sürpriz karşılama partisi, otuz yıl önce mezun olduğum kolej arkadaşlarımın imza günümde yaptırdığı pasta, köpeğim Çilli’nin eve geldiğimde beni iki ayağının üzerinde karşılaması, yeni pişmiş çikolatalı kekin kokusu, loş bir odada hafif bir müzik eşliğinde aldığım aromatik masaj…

Eşcinsel bir birey, ailesine nasıl açılabilir? Bu açılma sürecinin daha az sancılı geçmesinin bir yolu var mı?

Bu soru üzerine kitaplar yazılabilir, filmler çekilebilir çünkü bu durum aileye, yaşadıkları ülkeye, şehre, kültürel seviyeye göre değişebilir. Daha az sancılı geçmesinin tek yolu ebeveynlerin hassas, zeki ve ilgili olmasından geçer. Çocuklarının bu yönelim farklılığını önceden hissedip onu kendini hazır hissedeceği zamana hazırlamaları gereklidir.

Siz ailenize açılırken neler yaşadınız? Şu an ailenizle olan ilişkileriniz nasıl?

Bunu “Temiz Aile Çocuğu”nda Dolaptan Çıkış öyküsünde detaylarıyla anlattım. Benim ve eşim Mehmet’in çıkışı farklı oldu. Benimkilerle olan açılma sanki yıllara yayılırken onun ailesiyle olan hikâyemiz çok şaşırtıcıydı. Bu günlerde her iki ailenin de üyeleriyle ilişkimiz çok güzel ve sorunsuz.

Verdiğiniz bir röportajda annenizle olan ilişkinizin komplike olduğunu belirtmişsiniz, ki kitabınızda da buna sıkça değiniyorsunuz. Nasıl çatışmalar yaşadınız?

Saymakla biter mi? Annem sonradan “Hep biliyordum” dediğinde “Neden bunca zaman yalnızlık çektim?” diye düşünmüştüm. O yıllar televizyonlardan yansıyan eşcinsel karakterler, sahnelerde şarkı söyleyenler annem için hep kulağımız çekilip tahtaya vurulan, “Ölüm temizliktir” diye tek kurtuluş yolu işaret edilen dönemlerdi. Kitapta da anlattığım gibi, annem küskün bir insandı. Ters bir şey yaptığımızda bize küserdi. Feci bir şey. Evde buz gibi bir hava eserdi günlerce. Birileri ben çocukken kaşıyla gözüyle gay olduğumu ima ederse annem onlara değil, bana küserdi. Sonraki yıllarda ona onun gibi davranmaya başladım. Yirmili yaşlarımın ortalarındaydım bir gün anneme küstüm. Çünkü İstanbul’a ziyaretlerinde bizim evimizde değil düz cinsel ağabeyimin eşiyle birlikte yaşadığı evde kalmayı tercih ediyordu. “Onlarda bir hafta kaldın, üç gün de bizde kal” dediğimde “Hayır” diye kestirip atıyordu. O zaman bu çıbanı patlatıp iltihabı akıtmaya karar verdim. Bu gerginlik, sessizlik katlanılır gibi bir şey değildi.

“Şimdi en azından internet var, LGBTİ bireyler her yerden bağlanıp kendileri gibi pek çok insana ulaşabiliyorlar. Okuyabiliyorlar, seyredebiliyorlar.”

Türkiye’de eşcinsel olmak üzerine neler söyleyebilirsiniz? Ötekileştirmelere ve istismarlara rağmen güçlü kalmak ve bu yönelimi özgürce yaşamak mümkün mü?

Büyük şehirlerde durum biraz daha değişti sanıyorum. Şimdi en azından internet var, LGBTİ bireyler her yerden bağlanıp kendileri gibi pek çok insana ulaşabiliyorlar. Okuyabiliyorlar, seyredebiliyorlar. Birbirlerine “Bak bu adam da gay, takip et” diye ismini, cismini gönderiyorlar. Ekonomik ve kültürel seviye düştükçe istismarla mücadele o kadar çetrefilli oluyor sanırım. Mücadele her seviyede var. Düşünün ki bizler ekonomik, sosyal olarak çok daha farklı bir yere geldik ama hâlâ anlatmamız, açıklamamız gerekiyor. Eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra dimdik durmak, onurunla yürümek çok zor. Hele ki ekonomik özgürlüğün yoksa, annenin babanın evinde oturmak zorundaysan. Küçük bir şehirde alay malzemesiysen. Orada da bitmiyor aslında.

Başucu kitaplarınız hangileri?

Benim için başucunda kitap kalıyorsa bir türlü sarmadı, demektir. Son zamanlarda okuyup çok hoşuma giden kitapların başında Mirgün Cabas’ın Can Kozanoğlu ile yaptığı röportajların deşifresi Bıçkın ve Ağlak ile Asu Maro’nun Tuğrul Eryılmaz ile yaptığı sohbet deşifresi 68’li Ve Gazeteci kitapları var. Dönüp dönüp bazı bölümlerini yeniden okuduğum Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ındaki Celal Salik karakterinin köşe yazıları ile Hakan Günday’ın Zargana’sı.

Eşiniz Mehmet Binay ile evlilik kararını nasıl aldınız? Okurlarımız için düğününüzden bahsedebilir misiniz?

Düğünlere çok gittiğim için değil ama bir düğün salonunun üstünde otururduk o sebepten hayatımda epey bir yeri vardır. Temiz Aile Çocuğu’nda da bahsediyorum, annem balkondan davetlileri seyreder, kim kayınvalide, kim görümce bana söylerdi. Frapan kıyafetlerle alay ederdi, davetli profilinden düğünde kavga çıkıp çıkmayacağını tahmin ederdi, beraber epey gülüşür, eğlenirdik.

Sonraki yıllarda ortaya çıkan bütün o evlilik programları sebebiyle de epey silmiştim aklımdan. Demode bir şey gibi geliyordu.

Avukatımız Amerika’daki hayatımızın hukuki kısmı için evlenmemizi önerdi. Düğün bir anda gündemimize düştü. Çok da hızlı ilerleniyor Amerika’da. Telefonda gün ve yer beğendik. Los Angeles’ın kuzeybatısında Malibu diye bir plaj bölgesi var, orada yapmaya karar verdik. O kadar hızlı oldu ki pek çok yakın dostumuz yetişemedi bile. On beş kişi kadar toplandık, herkes beyaz giyindi. Duygulanmayı beklemiyorduk, imza atacağız bitecek sanıyorduk, birden nikâh memuru “Siz ülkenizdeki LGBTİ bireyleri için çok önemli şeyler yapıyorsunuz, biliyorum” deyince ağlamaya başladık. Garip bir hismiş, insanın annesinin gönderdiği yüzüğü takması, yakınlarının çiçek göndermesi, hediyeler alması filan. Bu duyguları bilmiyorduk. Şimdi annem balkondan seyrediyor olsa nasıl beğenirdi bizi diye kendimi avuttum, ağladım.

“Her şey hızla değişiyor, değişecek, dünyada da, Türkiye’de de. Mücadeleye devam. Sabırla. Hoşgörüyle.”

Türkiye’de LGBTİ bireylere bakış açısı sizce önümüzdeki yıllarda değişebilir mi? Bu bakış açısının değişmesi için sizce neler yapılabilir?

Elbette değişir. Her şey hızla değişiyor, değişecek, dünyada da, Türkiye’de de. Mücadeleye devam. Sabırla. Hoşgörüyle. Sadece bize değil, herkese eşitlikçi, barışçı, saygılı ve hoşgörülü bakış açısı talep etmeliyiz. Biz ne kadar sahip çıkarsak bize de o kadar sahip çıkarlar. Sosyal medya harika bir mücadele platformu haline geldi. Konuşalım. Sergileyelim. Türkiye’ye “İşte buradayız” diyelim.

LGBTİ temalı filmler ve kitaplardan favorileriniz hangileri?

Tutkum gereği hemen hepsini seyrediyorum ama son yıllarda LGBTİ temalı olmasa da ana karakterin cinsel yöneliminin farklı olduğunu herhangi bir diğer özellikmiş gibi birkaç saniyede verilip geçmesi de hoşuma gidiyor. Hikâyenin bir mücadele değil de o karakterin gündelik hayatının da olduğu, soğuk suyla duş yapan, her sabah kahvaltı niyetine çikolata yiyip sokağa fırlayan, akşamları ailesine yemek pişiren gibi…

Tabii ki Happy Together, Maurice, Milk, Brokeback Mountain, beginners, Rent, Pride, Boys Don’t Cry, The Hours, Philedepphia gibi artık klasikleşmiş LGBT temalı filmleri seyretmeliyiz.

“Zenne” filminizde cinsel kimlik ve askerlik tabusuna odaklanmış; “Çekmeceler” filminizde ise travmatik ve çarpıcı bir öyküyle karşımıza çıkmıştınız. Yeni film projelerinizde bizi nasıl sürprizler bekliyor?

Agunah (Türkçesi: Demirlenmiş Kadın) diye İsveç’te İngilizce çekeceğimiz, dört ortak ülke yapımı bir sinema filmi var. Amerika’da ortak yapım şirketi görüşmelerimiz devam ediyor ve oyuncuları arıyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda başlayan ve İstanbul’a kadar uzanan olağandışı bir aşk hikâyesi. O bizi çok heyecanlandırıyor.

Bir de geçen yaz Türkiye’de çekecekken yaşlı anne karakterini oynayacak oyuncu bulamadığımız için ertelediğimiz Yarım diye başka bir projemiz de var. Acaba onu Amerika’da İngilizce mi çeksek diye de aklımızdan geçiyor.

Her iki film de yine norm dışı, insana dair çarpıcı hikâyeler var.