Erinç Seymen, İstanbul Modern’deki görsel ve işitsel sanatlar arasındaki bağların izlerini süren sergi “Çok Sesli”de üç farklı performans kaydından oluşan video çalışmasıyla yer alıyor.

Sanatçı ile milliyetçiliğe eleştirel bir yönden yaklaşan çalışması “Bir Şiir İçin Performans” üçlemesi, müzik zevki ve İstanbul’un sanat ortamına dair konuştuk.

 

3

Image 4 of 4

Sergideki performansınızdan uzaklaşıp müzikle olan ilişkinize değinecek olursak, ne tarz müzik dinlersiniz ve güzel müzik dinlemek için İstanbul’da nerelere gitmeyi tercih edersiniz? Çalışırken müzik dinler misiniz?
Müzik, hayatımın çok önemli bir parçası... Tek başıma yaşıyorum ve evimde müzik hep açık, hatta uykuya dalarken bile müziğe ihtiyacım var. Sadece kitap okurken sessizlik ararım. Dürüst olmak gerekirse dışarıya müzik dinlemek için çıkmam ama müzik dinlemek için konserlere gidiyorum. Şu sıralar en çok, Erken Avrupa müziğini yorumlayan Ensemble Syntagma’yı, Norveçli elektro-akustikçi Erik Skodvin’i, Lübnanlı besteci ve icracı Marcel Khalife’yi ve dark jazz topluluğu Dale Cooper Quartet & Dictaphones’u dinliyorum.

Elektro akustik müzik, resim, heykel, performans, video... Pek çok farklı alanda işleriniz var. Hangi ortamda çalışacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?

Çeşitli malzemelerle çalışsam da resim, üretimimde en geniş alanı kaplıyor. Bununla beraber kimi zaman sese, harekete, “kütle”ye ihtiyaç duyuyorum. Bazen de buluş -mesela bayraklarımda ya da ışıklı kutularımda olduğu gibi- malzemenin bizzat içine doğuyor.

Sanat politik olmalı mıdır?
Bir yapıt muhtelif biçimlerde politik olabilir. Yapıt, içeriği itibariyle geçmişe dair veya güncel politik referanslar içerebilir. Form -üslup itibariyle üretildiği coğrafyadaki genel eğilimlerle uyumsuzluğundan ötürü politik bir alan açabilir, dolaşıma sokuluş yöntemleri bakımından politize edilebilir, zamanla güçlü bir politik nitelik kazanabilir ya da bu niteliği kaybedebilir. Öte yandan bir izleyici, mesela türcülük - insan merkezcilikle hesaplaşan bir yapıtı “bunun nesi politik şimdi” diye öteleyebilir. Dolayısıyla bu soruya “evet” ya da “hayır” diye cevap vermemin pek bir önemi yok çünkü bir yapıtın hangi politik niteliğe, ne zaman ve hangi etkide sahip olduğu daha önemli.

Çalışmalarınızda aidiyet ve kimlik duygularının ön planda olduğu görülüyor. Kendinizi nereye ait hissediyorsunuz?
Beni ilgilendiren, azınlık ve çoğunluk kimliklerinin nasıl inşa edildiği, nasıl performe edildiği (yaşandığı), bu kimliklerin ifşasına ne kadar izin verildiği ve kimliklerin yaşanan coğrafyayı nasıl değiştirdiği. Bir ulusal ya da dini aidiyetim yok. Tabii ki bu “aidiyetsizlik”, tarafsızlık olarak tercüme edilmemeli. Politik tavır almak için bir aidiyetinizin olması gerekmez. Öte yandan kendimi birçok şehirde farklı nedenlerle evimde hissederim, mesela İstanbul’da, Berlin’de, Beyrut’ta ya da Atina’da...

İstanbul’daki sanat dünyası hakkındaki düşünceleriniz nedir? Daha ileri bir noktaya gitmek, sanatı yalnızca bir burjuva hobisi olmaktan öteye götürmek için neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
En çok sergi gezilen ülkelerde dahi sinema ve müzik, resimden daha çok ilgi görüyor. Bunun çeşitli nedenleri var. Ancak aynı disiplinlerde üreten sanatçılar arasında devasa farklar olduğunu da gözden kaçırmamak lâzım. R&B ile deneysel elektro-akustik müziğin dinleyici sayılarını mukayese dahi edemeyiz. Türkiye özelinde, sanatı daha çok izleyiciyle buluşturmak ve “herkes sanat tüketemez” biçimindeki algı bariyerini yıkmak için sanat kurumlarının ya da devlet desteğinin artması yeterli değil; en büyük sorumluluk da sanatçılara düşüyor. Sanat kurumları dışında mesela okullarda, sendikalarda, mahallelerin ortak mekânlarında, sivil toplum kuruluşlarında buluşmalar düzenlemek faydalı olabilir.