“Aklına bir fikir geldiyse hemen otur, beş dakika sonra geçer” yazıyor sahildeki kafelerden birinin camında. Denizden esen tatlı rüzgâr yanaklarımı okşuyor. Hafiften bir uyuklama hâli, miskinlik, sonbahar sersemliği… Şairin dediği gibi “Her şeyi, adımı bile” unutmuşum neredeyse. Hani dünya yıkılsa umurumda olmayacak! Bir gayretle hasır şapkamı ucundan kaldırıp etrafı seyrediyorum. Görebildiğim tek şey alabildiğine uzanan bağlar ve iştah açıcı üzüm salkımları. Homeros’un İlyada’sının, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin satırlarına sızan o büyülü meyve… Binlerce yıllık geçmişe sahip bağcılık geleneğiyle şekillenen baş döndürücü bir Ege adasındayım. Hikâyesi ve rüzgârı bol, toprağı bereketli, Rum kültürünün izleri saklı Tenedos’ta, Bozcaada’dayız…

Kaç bin yılın bağları?
Aylardan Eylülse ve biz yaklaşık üçte biri bağlarla kaplı bu güzel Ege adasındaysak eğer, elbette üzüm bağlarından ve bağ bozumundan söz edeceğiz… Bozcaada’nın üzüm bağlarının tarihi çok eskiye dayanıyor; binlerce yıldan beri adanın bereketli topraklarında leziz üzümler yetiştiği biliniyor. Antik Çağ’a ait bir Tenedos sikkesi üzerinde rastlanan üzüm salkımı betimlemesi ise bu konuda şüpheye yer bırakmıyor. Bozcaada’nın bağcılık ile nasıl bu kadar bütünleştiğini anlamak için hem iklimine hem de toprak yapısına yakından bakmak gerekiyor: Bir kere Bozcaada, kuzeyden bolca rüzgâr alıyor, böylece yazlar serin geçiyor; bu da üzümün gelişebilmesini sağlıyor. Ayrıca adanın kumlu, killi, taşlı tabakaların bileşiminden oluşan toprak yapısı, üzüm yetiştirmek için uygun koşullar sunuyor.

Bağcılık kültürünün bu denli yaygın olduğu ada, tarihtekiler bir yana, 19 yıldan beri Bağ Bozumu Festivali’ne ev sahipliği yapıyor. Bu sene 7-9 Eylül tarihleri arasında düzenlenen festival, üzüm bağlarının en sihirli hâllerine tanık olmak isteyenleri ağırlıyor. Toplam üç gün süren festival boyunca adanın bağcıları, ziyaretçileri de ardına katarak, traktör üzerinde bağların yolunu tutuyor. Toplanan üzümler küfelere dolduruluyor ve tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi atlara, eşeklere ve de mini traktörlere yüklenerek ada meydanına getiriliyor. Müzik ve dans eşliğinde, “Üzüm Güzeli” ile “En İyi Çavuş Üzümü” gibi çeşitli yarışmaların renk kattığı festival boyunca ada, eğlenceli bir panayır yerine dönüşüyor.

Ah o barbun, ah o kabak çiçeği dolması…
Bozcaada, bir deniz mahsulleri cenneti… Ahtapot, kalamar, karagöz, orfoz, sinarit, çupra, tekir, levrek ve barbun, ada mutfağının baş tacı edilenleri. Zannetmeyin ki Bozcaada mutfağı, yalnızca deniz mahsulleri ile sınırlı. Ah o kabak çiçeği dolması yok mu, tadından yenmiyor; hele bir de yanında limon varsa… Adanın klasikleşmiş hamur işi yiyecekleri de mutlaka denenmeli. Bozcaada’nın sembollerinden biri hâline gelmiş, adanın yegâne pastanesi Çiçek, 150 yıllık bir Rum lezzeti olan damla sakızlı, bademli kurabiyeyi orijinal tarifine uygun olarak üretiyor. Tarifi, yedi kuşak öteden bugüne aktarılarak gelen Hacı Tahir badem kurabiyesi de Çiçek’in nadide lezzetlerinden. Pastanede sunulan dereotlu ve tam buğdaylı poğaça ise sıcak çayın yanına pek yakışıyor. Eylül ayında Bozcaada, lezzet düşkünleri için bir festivale daha ev sahipliği yapıyor: 21-23 Eylül arasında gerçekleşen Yerel Tatlar Festivali, adaya has lezzetleri tatmak için eşsiz bir fırsat sunuyor.

Kültürleri su ayırır…
Rum ve Türk kültürünün yıllar içinde birbirini nasıl etkilediğini gözlemlemek için Bozcaada’nın Arnavut kaldırımlı sokaklarında kısa bir gezintiye çıkmak yetiyor. 1455 yılında, Fatih Sultan Mehmet döneminde, ada Osmanlı topraklarına katıldığında, nüfusu oluşturan Rumların yanına, 11 Türk aile yerleştirilmiş. Hani hep derler ya, “Kültürleri su ayırır” diye; şimdilerde merkezdeki Çınar Çarşı Caddesi’nden geçen dere de, adadaki Rum ve Türk mahallelerini birbirinden ayırırmış. Elbette artık böyle bir ayrım yok ancak evlerin mimari yapısından, hangi mahallede olduğunuzu hâlâ anlayabiliyorsunuz.

Kimi ada yerlisinin dediği gibi, burası “bir Anadolu köyüyle Yunan adasının evliliği”ni andırıyor. Bu melezliği mimaride, mutfakta, hatta adanın günlük yaşamında, neredeyse her an ve her yerde hissediyorsunuz. Zamanında Rumların yaşadığı birçok ev, kahve, meyhane ve taverna, şimdilerde restoran, kafe ya da pansiyon olarak hizmet veriyor. Adada artık az sayıda kalmış olan Rumlar, Türkler ve buraya sonradan yerleşenler, adanın kendi zamanı ve mekânı içinde hep birlikte yaşayıp gidiyor.

Adanın Nefis Koyları
Bozcaada’nın bir diğer alametifarikası, temiz denizi ve bakir koyları. Uyarmadı demeyin: Adanın denizi, Akdeniz’in sıcak sularında yüzmeye alışmış birine bir hayli soğuk gelebilir. Koyların da güçlü rüzgârlara açık olduğunu söylemeliyiz. Yine de Eylül ve Ekim ayları hem deniz suyu sıcaklığının en yüksek olduğu ve rüzgârın durulduğu hem de yazın sona ermesiyle koylardaki kalabalığın çekildiği ve ada koylarının sakinliğe kavuştuğu dönem.

Adanın en çok sevilen kumsalları Ayazma, Sulubahçe, Habbele ve Tuzburnu. Kuytu bir plaja sahip Akvaryum Koyu, dalgasız deniz sevenlerin tercihi. Dalgalı ve rüzgârlı bir deniz tercih ediyorsanız Çayır Plajı sizi bekliyor. Bozcaada’nın denizi, yüzmenin haricinde sörf, dalış, yelken ve tekne turları gibi birçok farklı etkinliğe de fırsat tanıyor.

Sözün özü…
Bozcaada’da keyif her şeyin önüne geçiyor; günü batırmak da bir başka güzel burada. Adres belli: Batı Burnu’ndaki rüzgârgüllerinin yamacı. Çok nadide bir tür olan ve buram buram kokan yabani Bozcaada kekiklerinin dört bir yana saçıldığı bir yoldan ilerleyerek burna varılıyor. Önünüzde Ege Denizi ve birazdan portakal kırmızısı rengine bürünerek batacak olan güneş… Bozcaada, her mevsimde güzel ama Eylül’de bir başka güzel! Rüya gibi bir Kuzey Ege adasında nefis anılar biriktirip üstüne üstük bir de unutulmaz bir bağ bozumu şenliğinin parçası olmak için Eylül’de yolunuzu Bozcaada’ya düşürün.

 

Yazı ve Fotoğraf: Atlas ALLARD