İstanbul’a baktığınızda siz de bu şehrin “kadın” olduğunu düşünmüyor musunuz? Kız Kulesi, Boğaz’ı, Adalar’ı, gece hayatındaki arsızlığı, gündüzünde yaşattığı kaosu ve çetrefilli haliyle beraber oluşturduğu ahengi tam bir kadın!

 

sokak-sokak-istanbul-g

 

 

 

Kim bilir İstanbul’un cinsiyeti nedir sizin gözünüzde… İçinde yaşamak, var olmak bu kadar zor ve direnç istediğine göre erkek olmalı belki. Ya o narin yapıları, nazlı nazlı ama illa ki masmavi akan Boğaz’ın sularını ne yapacağız? Ya bunca istenmesini, bunca işgal, istila görmesini, tarih boyunca milyonlarca insanın hayallerini süslemesini nasıl açıklayacağız? Kadın olsa gerek İstanbul… Bunca önü alınmaz arzuyu harekete geçirdiğine göre, öyle olmalı.

ERKEK BAŞKA TARİF EDER İSTANBUL’U
Nice şairler de İstanbul’u kadın olarak betimlemiş ve şiirler yazmış. Necip Fazıl Kısakürek bir İstanbul şiirinde, “Kadını keskin bıçak / Taze kan gibi sıcak” demiş örneğin. Attila İlhan bir kadına yazdığı şiirinde “Eğer sen yine İstanbulsan / Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan” diye tarif etmiş kentin sevdasını. Nazım Hikmet ise “Gözlerin gözlerin gözlerin / Yaz yağmurundan sonra yapraklar ve her mevsim ve her saat İstanbul” tanımını kullanmış. Tevfik Fikret “Sis” şiirinde İstanbul’a “fâcire-i dehr” demiş; şaire göre İstanbul “dünyanın koca kahpesi”ymiş çünkü… Öyle ya da böyle, sonuçta bir kadın yine…
İstanbul kadın haliyle şiirlere konu olurken sokakları, yapılarıyla kadın eli ve ismi değmiş hikâyeler de “İstanbul kadındır” olgusunu destekliyor. Örneğin Osmanlı zamanında kadınlar tarafından yaptırılan eserler, bu şehri daha narin göstermiş; biz farkında olmadan şehir kadın eserleri ile donatılmış. Eminönü İskelesi’nin hemen karşısında yer alan Yeni Camii’nin inşaatı, duruşundaki zarafeti ve güzelliği ile III. Murat’ın Hanımı Safiye Sultan tarafından başlatılmış. Safiye Sultan’ın ömrü yetmeyince 4. Mehmet’in annesi Turhan Sultan tamamlatmış bu eseri. Bir diğeri, Çemberlitaş Hamamı ise II. Selim’in karısı Nurbanu Sultan’ın vakfiyesi. Peki, Galata Köprüsü’nün bir kadının, Sultan Abdülmecid’in annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan’ın emriyle yaptırıldığını biliyor muydunuz? 1836 yılında, sırf Velide Sultan, “insanlar karşıya zahmetsizce geçebilsin” dediği için yaptırılmış o köprü.

AŞK HATIRASI ZEYNEP KAMİL HASTANESİ
Bugün de hizmete açık olan, İstanbul’un tartışmasız bir numaralı kadın, doğum ve çocuk hastalıkları hastanesi kabul edilen; düne gelinceye dek orada hayata gözlerini açan her erkek bebeğe “Kamil”, her kız bebeğe de “Zeynep” göbek adı verilen Zeynep Kamil Hastanesi de İstanbul’un “kadın” kimliğinin delili… Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı Zeynep Sultan ile Sultan Abdülaziz’in sadrazamlığını da yapmış Yusuf Kamil Paşa’nın aşklarından ve evliliklerinden miras, 150 yılını geride bırakmış bir sağlık kuruluşu; belki ondan da önemlisi İstanbul’un sağlık üzerine faaliyet gösteren ilk özel hayır kurumu. Çünkü üzerinde kurulduğu arazi Zeynep – Kamil çiftinin mülkü. Birlikte yaşadıkları bu toprağın bir köşesinde her gün onlarca bebek doğarken, onlar hastane bahçesinin diğer ucunda yaptırılan türbede yine yan yana yatıyor. Atılan onca iftiraya, onca karalama çabasına karşı sevdiğini savunan, onun yanında duran, ayrı kaldıklarında bile gelip sevdiceğine sarılan bir kadının aşkı daha nasıl anıtlaşabilir ki?

CAMİLER DE KADINLARDAN, OKULLAR DA…
Başka? Cağaloğlu’nda Bezm-i Âlem Valide Sultan’ın yaptırdığı İstanbul Kız Lisesi, Aksaray’da Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan’ın kendisi için yaptırdığı camii ve yanına kocası Sultan II. Mahmud için inşa ettirdiği Pertevniyal Lisesi… II. Mahmud’un kızı Adile Sultan’ın Haliç kıyısına okul olarak yaptırdığı ve Cumhuriyet’in ilanından sonra Halk Kütüphanesi olarak kullanılan yapı… Bunlar Osmanlı kadınlarının sevgiyle, aşkla inşa ettirdikleri okullardan sadece birkaçı.
İstanbul, sokak isimleriyle, o sokakların unutulmaya yüz tutmuş kadın hikâyeleriyle de “kadın eli değmiş” bir şehir ki, bu bile onu kadın olarak kabul etmek için yeterli bir neden. Üsküdar’da bulunan Gülfem Sokak örneğin… Kanuni’yi kendine âşık ettiren ve bu sokağa adını verdiren bir kadının geride bıraktığı iz niteliğinde. Ayşe Çavuş’un ismini alan Ayşekadın durağı ya da adına yaptırılan tarihi camiyle birlikte koca bir semte, Suadiye’ye adını veren Suad Hanım da farkında olmadığımız fakat şehrin yapı taşlarının kadınlar tarafından oluşturulduğunu gösteren örneklerden bazıları…

PİNA’DAN İSTANBUL’A “NEFES’’
Günümüz sanatçı ve yazarları da İstanbul’a karakter yükleyip eserler oluşturmuş. Modern dans koreografı ve sanat yönetmeni Pina Bausch ölümünden önce 2002 yılında İstanbul için bir eser hazırlamıştı örneğin. Sanatçı, “Nefes” adını verdiği eserinde “su şehri” olarak gözlemlediği İstanbul’un kırılganlığını, gücünü, mistisizmini ve erotizmini anlatmaya çalışarak kenti kadın özellikleriyle ele almıştı.
İstanbul hep fethedilmek istenen, keşfedilmeye değer bir kadın olarak yaşadı. Bazen yoruldu, üzüldü, yaşlandı hatta kilo aldı. Görünümü neye benzerse benzesin şurası kesin ki İstanbul vazgeçilmez bir kadın ve ona duyulan sevda da şarkılarda yaşamaya devam ediyor. Kiminin sözlerinde aşkın buğusu var hâlâ, Levent Yüksel gibi “Yârim İstanbul, gel öpeyim gerdanından” diyor. Kimi tek bedende iki ayrı İstanbul’a katlanamıyor ve yalvarıyor Boğaz’ın sularına Kargo gibi “Ayır bizi Boğaziçi” diye… Kimininki kara sevda, hâlâ “Ada sahillerinde bekliyorum” diye inliyor, kimi bugünün çocuğu, randevuyu “Eski köprünün altında” veriyor. Kimi biraz zaman istiyor, “Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla bekle bizi İstanbul” diyor ama dedik ya İstanbul’un cinsiyeti “kadın” diye bir kere… “Bu sabah yağmur var İstanbul’da” ve gözleriniz dolu dolu oluyor yine, bilinmez niye… Kadın duygusallığı herhalde, kim bilir…

 

İllüstrasyonlar: Serkan Akyol