Madam Margret, yaz aylarında eğer İstanbul’daysa akşamları konağında kalıp havuz başındaki dev perdede film izlemeyi çok severdi. O akşam da Alfred Hitchcock’un ‘Gizli Teşkilat’ isimli filmini izleyecekti. Hatta kendisine sevgili eşi Chris ve yakın dostu Durdandungen de eşlik edecekti. Sabah kahvaltısında keten tohumlu ve orman meyveli yoğurdunu yerken bir yandan da Bach dinliyor ve akşam film gösterimine eşlik etmesi muhtemel ikramların ne olması gerektiğini düşünüyordu. Bu sırada çalan kapının sesi uzaktan bir çığlık gibi geldi kulağına ve irkildi. Elaydanur Peri Dinçtir Kökler’in kapıyı açtığını ve kadının gelen kişiden korktuğunu düşündüren birtakım sesler çıkardığını işitti. Sakince masadan kalkan Madam Margret, TOD’S Loafer’larının verdiği rahatlığın da etkisiyle emin adımlarla kapıya doğru ilerledi. Elaydanur Peri Dinçtir Kökler, Madam Margret’le hemen hemen aynı yaşlarda, baştan ayağa özel dikim açık renk keten bir takımın içinde olan, uzun boylu, esmer ve yeşil gözlü -hayli yakışıklı- bir adamı içeri alıp almama konusunda mücadele halindeydi. Madam Margret yumuşak bir ses tonuyla konuşarak “Sevgili Elaydanur, neler oluyor kuzum? Beyefendi de kim?” dedi.
Genç kadın, biraz tedirgin konuştu: “Beyefendi sizinle görüşmesi gerektiğini söylüyordu hanımefendi. Fakat ismini vermiyor.”
Madam Margret, kapıda öylece duran bu adamın zararsız ancak hayli merak uyandırıcı biri olduğuna karar verdi. Elaydanur’un şaşkın bakışları arasında “Bayım, buyurun sizinle salona geçelim ve bana derdinizi anlatın” sözleri eşliğinde zarif bir şekilde dönerken, krem rengi şifon gömleği havayla dans etti.
***
Boğazı gören ikili koltuklara oturmuş olan gizemli konuk ve Madam Margret, Elaydanur’un birkaç dakika önce endişeden büyümüş gözlerle getirdiği kakuleli kahveyi yudumluyorlardı. Madam Margret, sabretmeyi yoga seanslarından, tasavvuftan, Budizm’den ve daha birçok felsefe ve inanç sisteminden öğrenmiş bir insandı ancak yine de daha fazla dayanamadı ve konuştu: “Bayım isminizi söylememenizin bir sebebi var mıdır? Hiç anlayamıyorum bu delice inadı!”
Adam çaresizliğin okunduğu yeşil gözlerini Madam’ın gözlerine dikti ve “Çünkü kim olduğumu hatırlamıyorum, sevgili hanımefendi” dedi.
Madam Margret, oturduğu rahat berjerde tedirgince kıpırdandı. “İyi ama bu böyle olsa bile, neden bana geldiniz? Üstelik cebinizdeki çıkıntıya bakılırsa bir otomobiliniz var. Doğru mu?”
Adam biraz şaşkın “Evet Madam, üstelik onun bir Lamborghini olduğunu da hesaba katarsak, sanırım çok da zengin biriyim. Her neyse, size sadece bu sabahı anlatabilirim çünkü başka hiçbir şey hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda deniz kenarında bir otomobilin içindeydim. Ancak zihnimde, yani hatıralarımın olması gerektiği yerde, kapkara bir boşluktan başka bir şey yoktu. Kimdim, neredeydim ve hatta neye benziyordum? Hiçbir şey hatırlamıyordum. İlk iş aynaya baktım, gördüğüm yüze neredeyse ‘Merhaba nasılsınız?’ diyecektim. Bu sırada yan koltuktaki telefon çalmaya başladı. Ekranda numara yazmıyordu. Açtım, telefondaki ses bana bir adres söyledi ve ‘Şimdi arabayı çalıştırıp oraya git. Madam Margret’le görüş’ dedi. Ben de kendimi burada buldum” dedi.
Madam Margret, “Oh! Hım, bayım gerçekten hayli enteresan bir hikâye bu. Peki, telefondaki bu ses bir kadına mı, erkeğe mi aitti?” diye sordu.
“Bir kadın sesiydi ancak robotik bir sesti” dedi esrarengiz adam.
Madam Margret, konuyla çok daha ilgiliydi artık ve sordukça soruyordu: “Mesela, nasıl bir robotiklik? ‘Yüz met-re son-ra sağ-a dö-nün’ gibi mi yoksa ‘Aradığınızz… kişiye, şu… anda ulaşılamıyor’ gibi mi?”
“Ah, hayli ilginç bir soru. Bir düşüneyim… Sanırım ilki gibi Madam Margret. Bir de işin tuhafı, aslında bana telefonda verilen adresi, sanki önceden biliyormuşum gibi kolaylıkla buldum. Gözümün önünde bir rota belirdi biliyor musunuz? Sanki bir yol haritası” dedi adam. Sesine ve davranışlarına bakılırsa, hemen yanında bir paralel evren kapısı açılsa, bu bile onun için kendi yaşadıkları kadar şaşırtıcı olamazdı.
Madam Margret ise, artık kendisini, filmlerde yaşanabilecek tuhaf olayların içinde bulup durmasına şaşırmıyordu. Ancak karşısında duran bu adamın anlattıkları hayli ilginçti. Tam bu sırada kaynağının neresi olduğunu bilemediği bir ışık, belki de bir ayna yansıması kahve fincanlarının durduğu masaya vurdu. Esrarengiz adam, ışığa bakıp kaskatı kesildi. Kanlı canlı bir heykeldi adeta.
Madam Margret, ışığın kaynağını bulmaya çalışsa da başaramıyordu. Birkaç yönden gelen birden fazla yansıma, kahve masasına yem peşinde kanat çırpan kuşlar gibi üşüştü. Ve sonra bir anda yok oldu. Esrarengiz adam, ışıkların kaybolmasıyla kendisine geldi ve hiçbir şey olmamış gibi konuşmayı sürdürdü:
“Üzerinde sarı bir ok olan bir haritaydı, anlıyor musunuz? İlginç değil mi?”
“Ah! Bayım isimsiz, şuurunuz geri gelseydi keşke? Az önce olanları hatırlamıyor musunuz?”
“Hayır, Madam, konuşuyorduk, ne oldu ki?” dedi adam şaşkın halde.
Madam Margret, ayağa kalkarken şefkatli gözlerle baktığı adama “Sevgili talihsiz bayım! Anlayacağız, size ne olduğunu anlayacağız, merak etmeyiniz. Bana biraz izin verir misiniz?” dedi.
Aynı kattaki balkona doğru yürüyen Madam Margret telefonunun rehberinden “SDM” harfini buldu ve arama tuşuna bastı. Telefon hemen açıldı. “Sevgili Madam bu ne şeref? Beni aradıysanız bir konuda düğüm olmuşsunuz demektir” dedi karşıdaki.
Madam Margret, karşıdakinin bir şey ima ettiğini düşünmeyecek kadar saf olabiliyordu bazen, hemen konuya girdi: “Sevgili dostum evet yardımınıza ihtiyacım var. Telefonunuza birazdan bir beyefendiyle selfie’mizi göndereceğim. Neden mi selfie? Kendisi hassas bir durumda. Şüphelenmemesi gerek. Sizden ricam hacker Nuriye’nin de yardımıyla bu adamın kayıplar ya da arananlar listesinde olup olmadığını bulmanız. Sevgiler sevgili dostum Serbest Dedektif Müfhit.”
Madam Margret, gömleğinin açıkta bıraktığı omuzlarının yaz güneşinden yandığını hissediyordu, ancak bir telefon görüşmesi daha yapması gerekiyordu. Madam Margret, sevdiği insanların isimlerini telefonuna kodlayarak kaydetmeyi pek severdi ve “AC” olarak kayıtlı numarayı aradı bu kez.
“Sevgilim, bugün eve biraz daha erken gelebilir misin? Sanırım senin uzmanlık alanına giren bir durum söz konusu. Ne? Mon amour, mon amour! Beni dinle. Bende bir sorun yok ki! Yo, şoför ve hizmetkârların da durumu gayet iyi. Mantık çerçevesinde çalışmalarını sürdürüyorlar, evet. Hayır, durum çok başka Aşkım Chris. Oh mon dieu! Gelince daha net anlayacaksın. Chris, bir şey daha var. Hipnotör Jacobsen ofisteyse onu da getir lütfen” diyen Madam Margret, son cümlesinin Chris’te nasıl bir etki yaratacağını iyi biliyordu.
Salondaki bu hoş adam bir çeşit hipnozun etkisi altındaydı, ama neden? İşte bunu düşünürken yüzünün de güneşten yanmakta olduğunu fark eden Madam Margret, 50 faktörlük güneş korumasını sürüp sürmediğini hatırlayamadığına şaşırdı. Yoksa bu pırıl pırıl zekâ, paslanıyor muydu?
“Oh sevgili Margi, Margi. Sadece biraz yorgunsun tatlım. Ne de olsa bir kaçırılma yaşadın geçen ay değil mi? Sarıl kendine ve artık bu kadar üstüne üstüne de gelme. Bu yeni olayı çözmek için iyi enerjiye ve zihin açıklığına ihtiyacın var. Ne derdi büyük büyük ninenin yakın arkadaşı Nazende, ‘Tanrı sana zihin açıklığı versin, okunmuş pirincini de yut’. Ah evde hiç okunmuş pirinç kaldı mı acaba?”
Evet, vardı, ama Madam Margret’in hiç ummadığı bir yerde, esrarengiz adamın cebinde!

DEVAM EDECEK…