Brandt Brauer Frick… Tanımayanlar için şöyle diyelim: Berlin. Zira yaptıkları müziği en iyi çıktıkları şehir Berlin anlatıyor. Müziğe olan yaklaşımları, hayata bakış açıları… Atlasta önce Berlin’e bakmak gerek. Sonrasında 5 Aralık’taki Nublu İstanbul konserinde zaten kendilerini anlatacaklardır.

 

Berlinli olmak müziğinize nasıl etki ediyor?
Berlin sanat icra etmek için kesinlikle mükemmel bir şehir. Zira etrafta ilginç şeyler yapan birçok insan var. Her şeyi geçecek olursak Berlin bile başlı başına insanın estetik algısını tamamıyla değiştirebiliyor. Binaların soğuk, tamamlanmamış, açık, şizofrenik yapıları, birbirleriyle zıtlık oluşturmaları insanı bir şeyler yaratmak için harekete geçiriyor. Buna en iyi örnek Anhalter Bahnhof. Eski bir tren istasyonu kalıntılarının hemen arkasında bir futbol sahası var. Berlin bunun gibi çok değişik konstellasyonlarla dolu. Aslında birçoğu da eski, bombalanmış yerler.
Birlikte stüdyoya girmek ya da turnede olmak… Sizce grup olmanın en zevkli yanı ne?
Ying ve Yang’dan farksız da diyebilirim. Biri olmadan diğeri de olmaz. Uzun süre turnede olduktan sonra geri dönüp, içe kapanıp, kendi dünyamızda yeni müzikler üretmek de harika. Bu sulara daldıktan sonra kabuğumuzu kırarak yeniden turneye çıkıp insanların tepkilerini duymak ve yeniden şarkı üretmeye başlamak…
Oldukça minimal bir müzik yapıyorsunuz. Gündelik hayatımızda da her şeye gittikçe daha minimal yaklaşmaya başladık. Müziğinizi bu hayat tarzıyla nasıl ilişkilendirebilirsiniz?
Aslında zaman içinde yaptığımız müziğin gittikçe daha az minimal olduğunu görüyoruz. Tamamıyla sizin bakış açınızla da alâkalı. Çekirdekte hâlâ minimal olmaya devam etsek de yaptığımız son albümde projeye 20 müzisyen dâhil oldu. Sound açısından oldukça maksimal bir yaklaşım yani.
Hayat tarzı söz konusu olduğunda cevap vermek bir bakıma zor aslında… Yaptığımız müzik bilinçaltımıza etki ediyor. Örneğin en eski videolarımızdan biri olan ve Danae Diaz ve Patricia Luna tarafından yönetilen “Caffeine”de minimal dokularla ofis hayatının mekanik tarafları iç içe geçiyordu. Hepimiz böyle bir hayat yaşamıyoruz elbette. Kimimiz çoğunluğun aksine daha hızlı ve heyecanlı yaşıyor.
“Miami”yi kaydederken şehir olarak Miami ne ölçüde size ilham verdi? Yoksa Miami’yi kendi gözünüzde yeniden mi yorumladınız?
Evet, gerçek Miami’den bahsetmiyoruz. Zaten onu pek iyi tanıdığımızı da söyleyemeyiz. Hızlı, dünyevi zevklerin ağırlıkta olduğu ve büyüleyici hayat tarzının göz önünde olduğu Atlantis de olabilirdi ismi. Miami aynı zamanda turne sırasında karşılaştığımız çılgın bir olayın da altını çiziyor. Bir keresinde Avrupa’dan Miami’ye uçup, konser verdikten 24 saat sonra geri dönmüştük. Çılgınca değil mi sizce de? Albüm aslında genel olarak hayalimizdeki o yer ve dünyanın genel duruşu ile ilgili.
Hakkında albüm yapmak istediğiniz başka bir şehir var mı?
Çok!.. Bir film için soundtrack hazırlıyoruz ve müziğimize farklı şeyler katmak istiyoruz. Diğer gezegenler de aslında oldukça ilginç geliyor.
Albüm kaydetme sürecinden bahseder misiniz biraz? Ne gibi şeylerden ilham alıyorsunuz?
Başladığımızda emprovize oluyoruz ve sürekli kayıt halindeyiz. Yani aslında diğer gruplar gibi değiliz. Onlar genelde müziğin hayalini kurar sonra kayıt aşamasına geçer. Biz ise başta kaydı tamamlıyoruz ve hemen ardından elimizdekilerle müzik üretmeye başlıyoruz. Ancak tabii ki kat etmek istediğimiz yol hakkında daha yolun başındayken hemen bir karara varıyoruz.
İlham ise biraz daha farklı bir konsept. Dinlediğimiz bir müzik, bir element bile bizi harekete geçirebilir. Ancak genelde olay şöyle gelişiyor: Stüdyoya giriyoruz. Biri olayı bir şekilde başlatıyor, üzerinde konuşmadan başlıyoruz üretime.
Üç kişilik bir grup olmanın avantajları var mı?
Üç kişi kesinlikle mükemmel çalışabilir çünkü iki kişi birlikte diğerini ikna edebilir. Tabii fikirlerinden yeterince eminlerse… Ancak sonunda üçünün de bu karardan mutlu olması gerekiyor; ya da bu yol üçümüz arasında süper işliyor.