Çizelgeden kendi programınızı yapmaya çalışmak, bilet kuyruğunda tanıştığınız insanlar, ekibinde kimse olmamasına rağmen film biterken alkış tutmaya başlayan izleyiciler… Hepsi ayrı bir hikâye! 35 yıldır Türkiye’nin en büyük film festivali olma gururunu taşıyan İstanbul Film Festivali’nin mutfağına girdik ve anıları bu kez onlardan dinledik!

 

Yanılmıyorsam Lise 2 ya da son sınıftayım. İngilizce hocamın üniversite öğrencisi olmasının artılarını saydığımı hatırlıyorum. Hiçbir zaman unutmadığım maddelerden biri, dersi asıp Beyoğlu’na çıkarak festival filmlerini izleyebilmemizdi. Daha sonra çevrede konusu açıldığında, aslında bunun bir efsane gibi dolaştığını ve herkese benzer öğütler verildiğini anlıyorum. Ben, ders yerine filme gittiğimi hiç hatırlamıyorum, belki çalışkanlıktan değil de vicdan diyelim. Evet, tamam şu an yapmadığım için pişmanım. Ancak Laleli’den Beyoğlu’na koştuğum zaman çok olmuştur. Arkadaşlarla girdiğimiz bilet sayısı yarışları ise bitmedi. Feriye’de film başlamadan önce Boğaz’a karşı bir çay içmek, Nisan ayında İstiklâl’de yürümek gerçekten artık birer mit ve festival sembolü. İstanbul Film Festivali, Andrei Rublev ile Andrei Tarkovsky’yle tanıştığım, hiç beklemediğim bir anda salonda Anna Mouglalis’yi gördüğüm festival olarak şu anda bende yer edindi. Bu şekilde ister istemez birçok anı oluşuyor. İstedik ki festival bu sene 35. yaşını kutlarken emeği geçen insanlarla bir araya gelelim ve birinci ağızdan iz bırakan hikâyelerini dinleyelim…

KEREM AYAN, DİREKTÖR

kerem ayan

2005 yılından bu yana İKSV ekibiyle birlikteyim. İlk zamanlar yardımcı direktör olarak Azize Tan’la beraber çalışıyordum. Arada 15 sene gibi bir ara versem de aslında 1987 yılından beri festival ekibiyle iç içeyim. O yıllarda rehberlikte yaptım, konukları da ağırladım; Catherine Deneuve ve Gérard Depardieu’nun özel jetle İstanbul’a gelişini de gördüm, Jeanne Moreau ile karşılıklı çay da içtik. Berlin, Cannes ve Venedik gibi dünyanın en önemli film festivallerini gezdim. Direktör olarak seçildikten sonra bazı değişiklikler yapmam gerektiğini düşündüm ve olaya küratör gibi yaklaşmayı seçtim. Dünya gençleşiyor, şehir gittikçe büyüyor, bu açıdan bizim de daha dinamik olmamız gerekiyor. Zaten bizi takip eden kitlenin de oldukça genç olduğunu düşünüyorum. Değişimi de özellikle seçtiğimiz dövme teması ve afişle vurguladık. 35. yılımızı kutlarken biraz o geçmiş 35 yılın yükünü hafifletmek ve atmak istedik. Bu sene sadece arkasında durabileceğimiz filmleri seçerek 257 uzun metraj filmden 187 filme düştük. Diğer önemli festivaller gibi 11 gün sürecek. İstanbul gibi karmaşık bir şehirde 15 gün boyunca bir şeye vakit ayırmak, odaklanmak oldukça zor. Tuzla’da oturup Maltepe’de çalışan bir insandan her gün Taksim’e gelmesini bekleyemeyiz; bu açıdan her tarafa yayılmak büyük önem kazandı. Bu yüzden festivale katılan sinemaların sayısı arttı, Sultangazi ve Maltepe’de de salonlarımız var artık. Seçtiğimiz deneysel filmler de yine dinamizmin bir uzantısı. “İz Bırakan Filmler” başlığını attıktan sonra ben de kendimi sorguladım ve filmlerimizi taradım. Son dönemi düşününce beni en fazla etkileyen ve heyecanlandıran film “La Grande Belleza”, klasiklere geri dönecek olursam ise “Persona.” Sinemayla uğraşmak, onu konuşmak harika… Hayatımızın çoğu kısmı işte geçiyor, bu yüzden ne iş yapıyorsanız sevdiğiniz şeyi yapmak önemli.

1 2 3 4 5