Geçmişe yeniliklerle örülü İstanbul, modern zamanların değişimine ayak uydurma yarışında!

Yazı: Dr. Volkan Aytar

yeni-sehir-g

İstanbul hızla dönüşüyor. Ama “kentsel dönüşüm” kavramıyla kast ettiğim “hızla yeni bina dikme furyası” değil… Son yıllarda yolu Karaköy’e düşenlerin gözlemleyebildiği başka bir dönüşüm sürecinden bahsediyorum. Perşembe Pazarı’ndaki hırdavat esnafının yanı başında hostel’ler, oteller beliriyor; genelev sokağının çaprazında espresso içilecek afili yeni gurme kafeler açılıyor ve dalgıç giysileri satan dükkânlar, sanat galerileriyle komşu oluyor. Birbiriyle tutarsız ve çelişkili gibi görünen bu mekânlar bir süredir Karaköy’de yan yana çoğalıyor.
Aslında bu “çelişkili” görünen hal, Karaköy özelinde yüzyıllardır süren bir “işlevsel kozmopolitlik” halinin devamından başka bir şey değil. Bölgenin tarihine baktığımızda, Haliç’in karşı tarafındaki Galata Kulesi’nin de dâhil olduğu kıyıdaki liman alanının, 13. ve 14. yüzyıldan beri Cenova şehir devletinin bir kolonisi olarak geliştiğini görüyoruz. Bizans payitahtı 1453’de düşünce, Cenovalılar Galata kolonisinin anahtarını hiç çarpışmadan Fatih Sultan Mehmet’e teslim ediyor, karşılığında da ticaret ve finans alanlarındaki ayrıcalıklarını sürdürüyorlar. Böylelikle Cenovalı, Venedikli, Napolili ve Pisalı “İtalyan”lar ve genelde “Levanten” olarak tabir edilen tüccar, banker ve küçük esnaf, Galata-Karaköy’deki kozmopolitliğe damga vuruyor.
Herkes için yararlı bu kozmopolitlik hali, Osmanlı İstanbul’unun modernleşip batılılaştığı 19. yüzyılda da artarak sürüyor. Bankerler ve bankalarla birlikte eğlence merkezleri de Galata-Karaköy’den, Tophane-Salı Pazarı’na dek yayılıyor. İtalyanca “balo” sözcüğünden uyarlanan “baloz” adlı içkili-çalgılı mekânlar, 20. yüzyıl “pavyon”larının atası olarak buralarda kök salıyor. 20. yüzyıl başlarında ve Cumhuriyet döneminde gayrimüslimlerin sayısı hızla azalmakla birlikte, genç Türkiye’nin sanayi politikaları Haliç kıyılarındaki fabrikaları harekete geçirince, semt yeni işlevler ile canlılığını sürdürüyor. Ta ki, 1980 sonrası İstanbul’da yaşanacak köklü dönüşümler semtin canlılığına gölge düşürene dek.
İşte 10 yıl öncesinin Karaköy’ü eski kozmopolitliğinden uzak, karanlık bir yer iken bugün çok farklı bir semtle karşı karşıyayız… Gece yarılarına dek kadınların, erkeklerin rahatlıkla dolaştığı, esnaf lokantalarıyla lüks restoranların yan yana durduğu, çay ocaklarıyla gurme kafelerin komşu olduğu, meraklı turistlerin Beyaz Türk’lerle kaynaştığı, üniversite öğrencilerinin fotoğraf projesi için çekimler yaptığı, hırdavatçıların yeni ziyaretçilere adres tarif ettiği canlı mı canlı bir semt artık burası.

AMSTERDAM İSTANBUL’A KARŞI
Galata-Karaköy’ün nasıl yeniden canlandığını anlamak için “kahve sosyolojisi”ne bakmak gerek. Örneğin semtte gurme ve butik kafelerin hızla arttığını gözlemliyoruz. Bu artışın İstanbul gibi pek çok global kentte de benzer şekillerde yaşandığını göz önüne alınca, “kahve sosyolojisi” acaba bize nasıl yardımcı olur diye düşünüyoruz. Bahçeşehir Üniversitesi Kreatif Endüstriler Merkezi-BAUKEM’in Amsterdam Üniversitesi ve İstanbul’daki Hollanda Araştırma Enstitüsü (NIT) ile ortaklaşa düzenlediği “Yuppieland” semineri bu ilişkinin nasıl geliştiğini göstermesi açısından önemli bulgular ortaya koyuyor.
Amsterdam Üniversitesi, şehrin dünyaca meşhur “Kırmızı Fener Semti” (Red Light District) ile komşu… Amsterdam Belediyesi kara para aklama mekanizmalarına işlev kazandırdığı ve suç oranlarını artırdığı iddiasıyla Kırmızı Fener’i sınırlandırmaya ve giderek de küçültmeye girişmiş. Seks işçilerinin çalıştığı pek çok binayı medya, sanat ve tasarım profesyonellerine kiralamış. Semt hâlâ bir çekim merkezi ve uyuşturucu tüketilen “coffeeshop”larla birlikte Amsterdam’ın alamet-i farikaları arasında yer almaya devam ediyor. Ancak şehri “sanayi sonrası yeni ekonominin merkezi” haline getirmek için öğrenci, hoca ve genç profesyonellerin bir araya geldiği gurme kafeler, zamanla eski “coffeeshop”ları gölgede bırakmaya başlamış. Gurme kafeler de, yerine göre “Yuppie”, “Bohem Burjuva” ya da “Hipster” gibi yeni kentli sınıfları buraya çekerek semtin ve genel olarak kentin demografisini dönüştürmeyi başarmış.
Kırmızı Fener Semti’nin “Amsterdam Old Town” ile özdeşliği, Karaköy ile genelevin tarihsel özdeşliğini çağrıştırıyor hiç kuşkusuz. Amsterdam’daki gibi bilinçli ve programlı bir belediye politikasıyla olmasa bile, İstanbul geneli ve Galataport Projesi özelinde Karaköy’de yaşanan dönüşüm, bölgeyi benzer şekillerde dönüştürüyor. Öncelikli lokomotif, hiç şüphesiz turizm… Keza eski, metruk binaların yenilenerek otel ve hostel haline gelmesi de bölgenin genel karakterini değiştirmekte.
Sonuç itibariyle, Karaköy’de çay ocaklarının yerini gurme kafeler alıyor ve esnaf yeni kent profesyonelleriyle tanışıyor. Hırdavatçılarla sanat galerileri komşu oluyor. Tüm bu dönüşümleri daha da iyi anlamlandırmak için “kahve sosyolojisi”ne başvurmak ve sanayi sonrası global kentlerin benzer ve farklılaşan hikâyelerine odaklanmak gerekiyor.